Önceki gün ilk bölümü yayınlanan YouTube dizisi “Aynen Aynen”in oyuncuları Nilperi Şahinkaya ve Uraz Kaygılaroğlu, “Klişeler üzerinden mizah yapıyoruz” diyor
Son dönemde dillere pelesenk olan bir kelime “Aynen”. Çoğunlukla yorum yapmaktan kaçınmak ya da konuyu geçiştirmek için başvurduğumuz bir can simidi, özellikle Z kuşağının vazgeçilmezi. Nilperi Şahinkaya ve Uraz Kaygılaroğlu’nu bir araya getiren proje de ismini buradan alıyor. İlk randevu itibarıyla bir kadın ve bir erkeğin ilişkisini konu alan dizi, düşüncelerimizle davranışlarımız arasındaki uçurumu “Aynen” diyerek kapatıyor, klişeleri ti’ye alıyor ve tüm bunları son derece hızlı bir şekilde 5 ila 7 dakika içinde yapıyor; çünkü bir YouTube dizisi. Hatta yeni yeni duymaya başladığımız “viral dizi”nin de ilk örneklerinden. Önceki gün ilk bölümü yayınlanan dizide, Emir ve Nil ikilisini canlandıran Uraz Kaygılaroğlu ve Nilperi Şahinkaya’yla buluştuk, “Aynen” demekten yoruluncaya dek konuştuk.
“Aynen Aynen” bir YouTube dizisi, mini dizi ya da yeni nesil skeç. Nasıl tanımlanıyor?
U.K.: Yeni nesil dizi diyebiliriz. Aslında yıllardır severek izlediğimiz yabancı komedi dizileri hep 20 dakikadır. Mini dizi yeni bir şey değil. Türkiye’de görece yeni. Ama artık internetin sağladığı olanaklar, YouTube’un yeni jenerasyonun elinden düşmemesi, normal TV’yi neredeyse açmayan çok büyük genç bir nüfus olması bu mini diziye yönelimi güçlendiriyor. Dizi, ilişkiler üzerine, hiç yeni bir konu değil aslında. Fakat daha hızlı bir formatta ve çok daha kısa sürüyor. Çünkü bu jenerasyon her şeyi daha kısa zaman içinde yapıyor. Derdini Twitter’dan anlatıyor, YouTube’da Instagram’da 1 dakikalık videolarla büyüyor. O açıdan dizi de onların seveceği bir format.
YouTube ve dijital platformlar artık oyuncular için daha tercih edilir mecralar mı?
N.Ş.: YouTube çok revaçta olduğu için, orayı da değerlendirmeyi her oyuncu düşünür. Biz de deniyoruz aslında, biraz öncü olduk bu konuda. Ve tutarsa bence YouTube da o anlamda çok değerlenecek. Tabii ki çok kısa zamanda bir şey anlatmak zor, buna göre senaryo yazmak ve oynamak da başka bir beceri. Çekim teknikleri farklı. Ama Uraz’ın da dediği gibi yeni neslin en çok tercih edeceği türden, olabildiğince hızlı, sıkmadan, doğrudan anlatmak istediğini anlatan, eğlendiren bir proje olması için çalıştık.
Neden “Aynen aynen” denildi?
N.Ş.: “Aynen aynen” yine Z kuşağının en sık kullandığı ifadelerden biri. Bir de birini doğrulamak için kullanıyoruz genelde ama bazen de karşımızdakine çok şey söylemek isteriz, belki aynı fikirde değiliz, belki sinirimizi bozuyor ama o an geçiştirmek için “aynen aynen” deriz. Kapatırız konuyu. Dizi de biraz böyle. Erkek kadının sinirini bozuyor örneğin, o an kadın erkeğe ne demek isterdi kendi hayal dünyasında onu görüyoruz ama gerçekte onun yerine sadece “aynen aynen” diyor. Aynı şey erkek için de geçerli. O yüzden böyle isimlendirdik.
Aslında ilişkilerde kendimizi ifade etmekten kaçınmamızı anlatıyor?
U.K.: Evet, içindekini söyleyemeyip karşı tarafın duymasını istediği şeyi söylememizi anlatıyor. Herkes bunu yaşıyor, kafamızdakini pat diye söyleyemiyoruz, önce bir filtreliyoruz. Öyle derse böyle derim diye düşünüyoruz ama gerçekte söylediğimiz başka bir şey oluyor genelde. Kadın erkek ilişkisinde bu çok daha yaygın.
Sağlıklı bir şey mi bu?
N.Ş.: Belli bir ölçüde sağlıklı bence. En azından ilişkinin başlarında, belki biraz gerekli. Zaman içinde yavaş yavaş, tanıya tanıya ilerlemek daha iyi olabilir; çünkü pat diye tanıştın, iki taraf da kafasındakileri bir anda söyledi, o biraz zor olur. Kimse kimseye tutunamaz bence.
Nilperi Şahinkaya ve Uraz Kaygılaroğlu ile Hilton İstanbul Maslak’ta bir araya geldik.
Neden bunu yapıyoruz?
U.K.: Toplumun beklentileri var. Seni ittiği kalıplar var, o kalıplara sığmaya çalışıyorsun ayrışmamak için herhalde.
N.Ş.: Bir de hepimizin korkuları var. O benim canımı yakar korkusu, birbirimize uygun değiliz korkusu, her iki taraf da “Korkacak bir şey yok”u aşılamak için olabildiğince uyum sağlamaya çalışıyor karşı tarafa. Başlarda öyle en azından. Ama zaman içinde tabii olduğu şey her neyse ona dönüşüyor. Güven buldukça açılıyor iki taraf da.
Nedir en klişe korkularımız?
N.Ş.: Kadın için, bu adam benim canımı yakar mı? Ya da evlenmek istiyorsa, çekip gider mi korkusu. Erkekte de bu kız beni rahat bırakır mı, güzel vakit geçirir miyim... Ama tabii ki bu bir komedi, çatışma çıksın diye o özelliklerin altı çiziliyor. Yoksa kadınlar bu kadar evlenme meraklısı değil, erkekler bu kadar hovarda değil. Ama o çatışma, komedinin çıkması için kullanılıyor.
Bir yandan da bu klişelere gülüyoruz aslında...
N.Ş.: Tabii, klişelerle dalga geçiliyor esasında. Erkek korur kollar gibi inanageldiğimiz bazı normlar var ama erkeğin içten içe nasıl korktuğunu da görüyoruz... Her iki tarafın klişeleriyle dalga geçen bir dizi.
Klişeleri bu şekilde malzeme etmek klişeleri kırmanın da bir yolu mu?
U.K.: Belki de. Her yeni jenerasyon bir öncekinin hatalarını, eksiklerini görerek kendince bunları bir nebze olsun kırmaya çalışıyor. Biz bir önceki jenerasyonun klişeleriyle dalga geçiyoruz. Kadın evlenmek ister, erkek bağlanmaktan korkar, hovardalık peşindedir gibi bir klişenin üzerinden mizah yapıyoruz. Benden sonrakiler de benim bugün yaptıklarımla dalga geçecek muhtemelen.
Sizin günlük yaşamınızda klişelerle aranız nasıldır?
N.Ş.: Benim için örneğin, evlilik hiçbir zaman aklımda yoktu, hâlâ da pek yok ama şimdi 31 yaşındayım. 30 yaşından itibaren çevremden duymaya başladım, “Ee evlenmeyecek misin, çocuk yapmayı düşünmüyor musun, neyse 32’ine gelince belki yumurtalarını dondurursun” vs. Bunları yapmak zorundasın gibi bir baskı var.
Sizin tepkiniz ne oluyor bunlarla karşılaştığınızda?
N.Ş.: Aynen aynen diyorum. Kesinlikle. Geçiştiriyorum.
“Ben mi iyi babayım?”
Klişelerden bahsetmişken, siz de uzun süre “örnek baba” olarak gösterildiniz...
U.K.: O da çok yorucu bir şey. Ben örnek baba falan değilim. Benim için Instagram biraz fotoğraf albümü gibi, hani çocukluğumuzda vardı. Orada da hiçbir kötü anın fotoğrafı yoktur. Açarsın muazzam birinci yaş gününü görürsün, biraz önce annenle yengenin kavga etmiş olduğunu görmezsin... Ben de böyle bakıyorum, birkaç güzel kare paylaşınca da sanki dünyanın en iyi babası benmişim gibi bir algı oluştu. Sonra bu mizaha dönüştü tabii. Güldük eğlendik. Ama bu etiket, seni bir yere konumlandırıyor, ben de düşünmeye başladım acaba yeterli bir baba mıyım diye... Bu etiketi istiyor musun istemiyor musun, sana sorulmuyor...
Erkeklere daha kolay bahşediliyor zaten olumlu etiketler?
U.K.: Annenin yanında yüzde bir falandır herhalde babanın verdiği. E bir de ne babalar var, sabah 05.00’te evden çıkıyor, çocuğunu okutuyor, akşamın kaçında dönüyor, yorgunluktan ölmüş bitmiş adamcağız, şimdi o mu iyi baba, kızımı bisiklete bindirdim diye ben mi iyi babayım?
“Viral dizi gibi”
Dizi sektörünü de düşünürsek, YouTube gibi bir alan oyunculara ne vaat ediyor?
N.Ş.: Bir kere çalışma temposu çok daha rahat. Oyuncular en çok setlerde uzun saatler çalışmaktan muzdarip. Genç kitleye hitap etmek için de dijitalde iş yapmak şart. Daha rahat, sansürün olmadığı bir alan sağlıyor, o zaman da daha eğlenceli işler yapabiliyorsunuz. Televizyon artık daha geleneksel kitleye hitap diyor.
U.K.: Seyirci gözünden de bakarsak kısa sürede olması avantaj. Dijital dünyada viral kabul edilen, elden ele yayılan, bir tür viral dizi diyebiliriz. Artık hepimizin zamanı çok kısıtlı. İnsanlar sabah işe giderken telefondan dizi izliyor. Biz de bu kıymetli anın 5 ya da 10 dakikasına talibiz.
Oyunculuk anlamında neler farklılaşıyor peki?
N.Ş.: Bu tür kısa süreli bir formatta gerçekten yüksek enerjili oynamak gerekiyor. Öyle uzun uzun bakmalar, düşünmelerle olacak bir iş değil. Hızlı hızlı olmalı. Uraz’la oynarken ikimizin de enerjisi yüksek olduğu için o bakımdan zorlanmadık. Ama bu kadar kısa dram çekilebilir mi, emin değilim. Komediye daha uygun bir format galiba.