Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'den çıkış: Siyasete dönersem çift başlılık olmaz. Ben gelir başbakanlığı yaparım. Karıştırmam. Haklarında yolsuzluk iddiası bulunan dört bakanı derhal Yüce Divan'a gönderirim
Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün 12 yıl başdanışmanlığını yapan Ahmet Sever’in Çankaya’da yaşadıklarını anlattığı ‘Abdullah Gül ile 12 Yıl’ kitabı raflardaki yerini aldı. Abdullah Gül’ün okuyup onayladığıkitap “Gül siyasete dönecek mi? Dönerse koşulları ne? Bir gün yeniden başa geçerse ne yapacak? Bazı AK Partililere ama özellikle Recep Tayyip Erdoğan ’a kırgın mı?” gibi sorulara yanıt veriyor. Gül’ün isteğiyle çıkması seçim sonrasına bırakılan kitabın yazarı Ahmet Sever, Hürriyet gazetesinden Çınar Oskay’a konuştu. Oskay’ın söyleşisi şöyle:
Abdullah Gül siyasete dönecek mi?
- Can atar bir havası yok. Aynı noktada. Seçimden sonra Recep Tayyip Erdoğan ’ı ve Ahmet Davutoğlu’nu arayıp hükümet kurulması konusunda cesaretlendirmiş. Türkiye’nin hükümetsiz kalmaması için, içinde AK Parti ’nin olacağı koalisyona teşvik ediyor. Gelişmeler ne gösterir bilinmez. “Gerçekten bana ihtiyaç duyarlarsa, o zaman düşünürüm. Tabii bunu kendi şartlarımı ortaya koyarak yaparım” dedi.
Nedir bu şartlar?
- Daha önce söylemişti. Onlar da şuydu: “Çift başlılık olmaz. Ben gelir başbakanlığı yaparım. Karıştırmam. Ben nasıl cumhurbaşkanlığı yaptıysam, sen de öyle cumhurbaşkanlığı yaparsın. Yetkilerinin içinde kalarak... Sen nasıl bir başbakanlık yaptıysan ben de öyle yaparım.”
Talep ya da davet var mı?
- Hep oldu. Elbette oluyordur yine. Ama önce yeni bir koalisyon kurmanın denenmesi gerekiyor. Bunun yürüyüp yürümeyeceğini görmek lazım.
SEÇİM SONUCUNU ÖNCEDEN TAHMİN ETTİ
Gül seçim sonuçlarını nasıl okudu?
- Bu sonucu çok önceden tahmin etti . Bunu çevresiyle paylaşıyordu. Çok eski bir siyasetçi, devlet adamı olarak gelişmelerin seyrinin bu olacağını gördü.
Bu kitaba Abdullah Gül’ün duyguları, mesajları olarak bakabilir miyiz? Bilgisi dahilinde mi yazıldı?
- Kitabı yazmak benim fikrim. Hiçbir telkini olmadı. Hatta fikri açtığımda tedirgin olduğunu zannediyorum. “Kendi mahallesinden olmayan biriyle 12 yıl çalıştı, bir de ona kitap yazdırıyor” denmesinden, öyle algılanmasından rahatsız oldu. “Yazma” demedi ama katkı vermedi. Yüreğini, kalbini açsaydı çok farklı şeyler ortaya çıkabilirdi. Onu yapmadı. Ama kitabı baştan sona okudu, bazı düzeltmeler yaptı. Ona okutmadan basmak etik olmazdı. Bu bir polemik kitabı değil. Tarih, doğrular üzerine bina edilerek yazılıyor. Buna katkı sağlamak amacıyla yaptım.
‘YENİ TÜRKİYE’ DİYE DİYE ESKİ TÜRKİYE’YE DÖNDÜLER
Sizce Erdoğan ile Abdullah Gül arasındaki ayrışma ne zaman başladı?
- Başlarda anlayış birliği vardı. Abdullah Gül, Türkiye’nin kurtuluşunun Avrupa Birliği yolu olduğunu görerek hareket etti. Bunun İslam coğrafyası açısından da umut olduğunu düşünüyordu. 2002- 2007 arası süreçte bir ‘altın çağ’ yaşandı diyebiliriz. Hatta bu 2009’a kadar devam etti. Ama 2009, 2010’dan itibaren reformlardan geriye dönüş başladı.
‘Yeni Türkiye’ döneminde farklı bir yola girildi, diyorsunuz...
- Evet. ‘Yeni Türkiye’ adı altında ‘Eski Türkiye’ye dönüş başladı. Refleksler, sorunlara yaklaşım hep eski Türkiye’nin anlayışı.
Neden böyle oldu?
- Bir sürü nedeni var. Biri, Abdullah Gül’ün hükümetten ayrılıp yukarı çıkması. Denge, fren işlevi görüyordu. Rota, pusula gibiydi. Herkesin enerjisini, dikkatini bir hedefe odaklıyordu.
Bir kişi bir ülkenin kaderini tayin edebilir mi?
- İyi bir lider ülkeyi belli bir istikamete kanalize edebilir. Çok kötü bir istikamete de kanalize edebilir. Ben liderleri önemseyenlerdenim.
Gül’ün 17-25 Aralık’ta dünyasının karardığını, ‘Sabaha kadar uyuyamadım, aklım almıyor, olanlara inanamıyorum” dediğini yazmışsınız. Hükümet 17-25 Aralık’la ilgili ‘montaj’, ‘darbe girişimi’ savunması yaptı. Gül bunlara inanmadı mı?
- “Kesin böyle olmuştur” diye düşünmedi.Ama yaklaşımı benimsemedi. Üstüne gidilmesi, bakanların Yüce Divan’da aklanması gerektiğini düşündü.
“Tapeleri dinlemeye gönlü elvermedi” diyorsunuz. Neden?
- Yasadışı dinlendiyse buna ortak olmak istemedi. Herhalde üzülmek de istemedi.
Ne yaptı peki?
- Bir yandan da bilmesi gerekiyor. Deşifresini okudu, doğrudan dinlemedi.
YASAĞI AKLI ALMADI
Bu süreçteki sosyal medya yasaklarına nasıl baktı?
- Aklı almadı. Teknolojinin bu kadar geliştiği bir dünyada yasaklamanın mümkün olmadığını açıklamıştı. Yasak gelince açığa düşmüş oldu. “Yasağı ilk ben deleceğim” dedi, tweet attı.
Danışmanları olarak “İnternet yasasını veto edin” diye yalvarmışsınız. Neden?
- Türkiye parlayan bir yıldızdı. Bu adımlarla yıldız sönmeye başladı. Cumhurbaşkanı’nı güvenilir bulanların oranı yüzde 76, 78’e kadar çıkmıştı. Bu olaylar sonrası ona destek de azaldı. Kaybeden hem Türkiye hem Gül oluyordu.
Neden veto etmedi peki?
- Anayasaya aykırı iki not tespit edildi. “Bunları değiştirin” dedi. İkinci bir torba kanunda değişiklik yapılacaktı. Önce bunun onaylanması gerektiği söylendi. O da onaylayıp değişikliklerin önünü açtı. Tabii algı farklı oldu. Twitter, Facebook, YouTube yasakları geldi. “Keşke veto etseydim. Düzeltmeler sonuçta işe yaramadı” diye düşündü. Gül’ün mimarı olduğu, sizin tabirinizle ‘altın çağ’ var, reformlar var. Bunlar gözünün önünde kaybedildi. Kendi deyimiyle ‘isyan etme noktasına’ geldi.
Cumhurbaşkanı olarak neden yasaları veto etmek konusunda çekimserdi?
- Veto etse, hükümet aynen geçirip gönderirse onaylamaktan başka seçeneği yok. “Hükümet üzerinde etkinliğim var, bunu sonuç almaya dönük kullanmalıyım” tercihinde bulundu. Kitaptan bir bölüm, Abdullah Gül’ün sözleri: “Çocukken Kayseri’de evimizin önünde arkadaşlarla oyun oynardık. Ev yapmayı çok severdik. Bütün gün özene bezene ev yapardık, hava kararmaya başlayınca annelerimiz bizi eve çağırırdı. Biz de saatlerce uğraşarak yaptığımız, kendi evimizi, ‘Emeğimize yazık değil mi’ diyerek yıkar, giderdik.”
Sanki Türkiye’yi de böyle okumasına rağmen kararlı adım atmadı. Bu çelişkiyi nasıl değerlendirdiniz?
- Reform rüzgârları estiren bir ülke kabuk değiştirmiş, İslam dünyasına çıkış yolu olabilecek özgürlükçü Türkiye güvenlikçi politikalara yönelmiş... Sonucu etkilemeyince sıtkı sıyrıldı. Aşağı inmesi, ciddi bir kavgaya girmesi demekti. İstemedi. “Bir ipte iki cambaz oynamaz” diye düşündü...
Ama bu iki cambaz arasındaki farklar çok keskin. Ülkesinin geleceğinden daha mı önemli bu ilke? ‘Kardeşlik hukuku’ndan söz edildi. Son dönemde bu hukuk hâlâ geçerli miydi?
- Son dönemde özellikle, olay tamamen başka bir zemine döndü.
‘KÖŞK’E ÇIKMAKLA HATA MI ETTİM ACABA?’
“Köşk’e çıkmakla hata ettim” demiş galiba.
- Evet. “Hata mı ettim acaba” dedi.
Öyle mi düşünüyor?
- Üzüntülü anlarından birinde söyledi. Ama o dönem başka türlü davranamazdı. Bunu kendisi anlattı.
Siyasete devam etmesi yönünde bastırmışsınız. “Böyle çekip gidemezsiniz, tarihi açıdan vebal altında kalırsınız” demişsiniz. Bunları nasıl karşıladı?
- Siyasi hırsı yok. Kendisini ikinci planda tuttu. Hırsı olsa başka türlü davranırdı ve elinde çok koz vardı. “Ben cumhurbaşkanlığına adayım” diyebilirdi.
Anketlerde tüm adayların önünde görünüyordu.
- Hep öndeydi. Hem de yüzde 60,70’ler düzeyinde.
Tayyip Erdoğan’ın karşısına çıksa...
- Öyle bir şey yapmazdı. Öyle bir anket olmadı zaten. Ama biraz hırsı olsaydı “Tayyip Bey’in hakkıdır cumhurbaşkanlığına çıkmak. Ben de partinin başına geçiyorum” diyebilirdi.
Erdoğan buna engel olmaz mıydı?
- Açıkça “Ben iniyorum aşağıya” dediği zaman nasıl engel olacaktı? Partiden de bir talep var.
AHMET SEVER’İN AK TROLLERLE İMTİHANI
Siz de tepki çektiniz. Ak troller deneyimini tattınız...
- Ak Parti’nin kuruluşunda böyle bir üslup yoktu. Kendine dindar diyen insanlar dinin günah saydığı her yolu, yöntemi deniyorlar. İftira, şantaj, tehdit, ihanet, yalan... Bazı çevreler de destekliyor.
KİTAPTAN
Ahmet Sever'in yazdığı 'Abdullah Gül ile 12 Yıl’ kitabından bazı bölümler şöyle:
DÖRT BAKANI DERHAL YÜCE DİVAN’A GÖNDERİRİM!
Abdullah Gül’ün olan bitenlerden sıtkının sıyrıldığını ve kenara çekilme kararı aldığını gözlemledik. Köşk’te durum değerlendirmesi yaparken “Ben aşağıya insem” diye söze girdi ve hepimizi umutlandıran şu cümleleri kurdu: “Türkiye’yi kısa sürede yıldızının parladığı döneme tekrar götürürüm. AB sürecini yeniden canlandırırım. Dış politikadaki yanlışları düzeltirim. Ülke çok kutuplaştı, bunu giderecek adımları peş peşe atarım. Demokratikleşmeye ağırlık veririm. Haklarında yolsuzluk iddiası bulunan dört bakanı derhal Yüce Divan’a gönderirim...”
ERDOĞAN, GÜL’ÜN AK PARTİ’YE DÖNMESİNİN ÖNÜNÜ NASIL KESTİ?
Cumhurbaşkanı görev süresi bittiğinde ‘şüphesiz, kurucusu olduğu partisine döneceğini’ açıkladı. (...) MKYK toplantısı sürerken Sadullah Ergin söz alarak Gül’ün açıklaması hakkında bilgi verdi ve bu gelişmeyi dikkate alarak, olağanüstü kongreyi ileri bir tarihe ertelemenin daha doğru olacağını söyledi. Ancak, söz alanların sayısının giderek arttığını gören Erdoğan, müdahale ederek konuyu kapattı. Gül son derece rahattı: “Artık kimse bana ‘Partiye döneceğine dair bir işaret vermedin, sessiz kaldın’ diyemez. Ben üzerime düşeni yaptım.”
VEFA KONGRESİNDE VEFASIZLIK
27 Ağustos’ta Davutoğlu oybirliğiyle genel başkan seçildi. “Bu bir veda değil, vefa kongresi” dedi. Ancak Erdoğan’a övgüler düzerken kendisini başbakan olduğu dönemde başdanışmanı yapan, büyükelçi unvanı verdiren, siyasete sokan, dışişleri bakanı olmasında etkin rol oynayan Cumhurbaşkanı Gül’ün adını bir kez bile anmadı. AK Parti’nin belde ve köy temsilcilerine kadar selamlamadık kimseyi bırakmadı. Cumhurbaşkanı bu konuyla ilgili tek kelime etmedi. Ancak Davutoğlu’nun konuşmasını okuduğunda yüzünde acı bir tebessüm belirdi. Yüz ifadesi her şeyi anlatıyordu.
SEN SURİYE’NİN DIŞİŞLERİ BAKANI MISIN?
Gül, hükümetin genelde dış politikasını, özellikle de Suriye ve Mısır dış politikalarını doğru bulmuyordu. Başbakan Erdoğan’ın ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun sanki Türkiye’den çok Mısır ve Suriye’nin başbakanı ve dışişleri bakanı gibi davranarak çok ileri gittiğini, bunun Türkiye’nin menfaatlerine de aykırı olduğunu, kantarın topuzunun kaçtığını düşünüyordu. Bunu Davutoğlu’nun yüzüne de söyledi.
İKİLİ OYNAYANLARI BİLİYORDU
Gül’ü ikna etmek için AK Parti’den ziyarete gelen bakan ve milletvekilleri çok fazlaydı. Ama ortada bir sorun vardı. Yanına gelip “Ne olur partinin başına geçin” diyenler, birkaç istisna dışında partinin içinde, TBMM’de Abdullah Gül’ün adını dahi telaffuz etmekten çekiniyorlardı. Ayrıca ikili oynayanlar, yani Köşk’te başka, aşağıda başka konuşanlar da vardı. Ve bunlar Gül’ün kulağına da geliyordu.
BÜLENT ARINÇ’I İSTIFADAN DÖNDÜRDÜ
4 Kasım 2013’te Başbakan kızlı erkekli aynı evde kalan öğrencilerin denetleneceğini söyledi. Arınç bunu kesin bir dille yalanladı. “Asparagas” dedi. Başbakan ise ertesi gün Arınç’ı açığa düşürdü. Arınç “Birilerinin kum torbası olmak istemem” dedi. (...) Başbakan karşılaşmalarında Arınç’a son derece sert tepki göstermiş ve yaralayıcı ifadeler kullanmıştı. Arınç da kırgın ve küskün bir şekilde istifa kararı alıp evine çekilmişti. Geri dönmeye niyeti yoktu. Arınç, Gezi olayları sırasında da istifanın eşiğine gelmişti. Aynı günün akşamı geç saatlerde üç bakan Gül’den acil randevu talebinde bulundu. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Enerji Bakanı Taner Yıldız ve Kültür Bakanı Ömer Çelik... Devreye girmesini rica ettiler. Gül, telefonla Arınç’ı aradı ve uzun bir görüşmenin sonunda onu zor da olsa kararından vazgeçirdi.