Hazır erguvan zamanıyken, düştük yollara. İstanbul’da mavi tur. Neden olmasın? Havayı kolladık, üç gün üst üste ne yağmur var ne fırtına. Çok da plan yapmadan çıktık yola.
Haydarpaşa’dan Fındıklı sahiline geçip Dolmabahçe, Çırağan sarayları, Ortaköy, Kuruçeşme, Arnavutköy Akıntıburnu’ndan tekrar Anadolu yakasına. Akıntının daha az olduğu yolları izleyerek. Koylara gire çıka. Yalıları yalayarak. Akşam olmadan Boğaz’ın Karadeniz çıkışındaki balıkçı köyü Poyrazköy’de idik. Bambaşka bir yere gelmiş gibi. Akşamüstü rakısı ile bugünü de kutladık.
Ertesi gün Poyrazköy çevresinde yürüyüşte üçüncü köprünün yarattığı tahribatın da tanığı olduk. Öğleden sonra ver elini karşı yaka, Rumelifeneri köyü. Av yasağı başladığı için balıkçı barınağı hınca hınç balıkçı tekneleri ile dolu. Birine izin alıp üçüncü tekne olarak aborda olduk. Teknelerin hepsi bakımda. Zaten ertesi sabah erkenden de aborda olduğumuz teknenin sahibi tarafından, raspa yapılırken teknemiz kirlenmesin diye uyandırıldık. Apar topar halatları çözüp Rumelikavağı’na yollandık. Kahvaltımızı Rumelikavağı manzarasında yaptık. Sonra kıyı kıyı ver elini Bebek. Boş bir tonoza bağlanıp öğleden sonra içkisi molası verdik.
Poyrazköy
Poyrazköy’e denizden ilk gidişim. Beton iskelesinde motoryatlar, yelkenliler de bağlı. Önce demir atıp iskelenin ucuna kıçtankara olduk. Motoru kapatıp tekneyi neta ederken, belli ki oranın ilgilisi biri gelip bizi kış kışladı. Nedeni? Yabancı bayrak. Mevzuat her yerde geçerli ama uygulama katı değil. Eh, görevlinin kaba otoritesine uymaktan başka çare yok. Bir başka iskele bir restorana ait. Üzerinde tabelası da var. Oraya yönelmişken bu kez de restoran görevlisinin iskelenin müşterilere ait olduğu uyarısıyla karşılandık. Bizden başka tekne yok. Bizim de niyetimiz bağlanıp hemen yemek masasına oturmak. Ha o zaman olurmuş. Daha fazla canımız sıkılmasın diye demir atıp alargada kaldık. Kendi masamızda kendi soframızda. Huzur içinde.