Bidünyahaber ailesine yeni katılan değerli meslektaşımız Duygu Sezer, fotoğrafla nasıl tanıştığını ve fotoğraf sanatına yönelik düşüncelerini sizlerle paylaştı
Aslında hayatım 17 Ağustos 1999 depremiyle değişti. Depremden sonra çok zor bir hayatın beni beklediğini biliyordum. Resmen hayatta kalma mücadelesi veriyorduk. Depremden çok kısa bir süre sonra İzmit Cephanelik Çadır kentine taşındık. Tek bir çadırda ailem ile birlikte kalıyordum. Açıkçası depremin daha ne olduğunu anlamadan depremin getirdiği zorlukları yaşamaya başlamıştık. Küçüktüm ama savaşıyordum. Psikolojim bozuktu ve sağlıklı düşünemiyordum. İşte tam bu zamanda Dayanışma Gönüllüleri ve Fotoğraf atölyesiyle tanıştım. Her gün değişik aktiviteler vardı. 1000 tane çocuk varsa şayet hepsiyle tek tek ilgileniyorlar her akşam masal okuyorlardı. Hani hala gülebiliyorsak onların desteğini unutmamak lazım . Sabırla ve şefkatle davrandılar her zaman. Her çocuğun özel olduğunu öğrettiler bize. Aslında ben o kadar yaramaz bir çocuktum ki bu anlattıklarımın hiçbiriyle ilgilenmiyordum. İlk zamanlar hiç gitmek istemiyordum. Annem sürekli yaka paça götürürdü beni atölyeye. O da belki uslanırım düşüncesiyle bir şeyler yapmaya çalışıyordu. Ama ben varsa yoksa sokaklarda geziyordum . Ta ki atölyede ceset torbalarını görene kadar . İlk başta ceset torbalarıyla ne yapıyorlar diye düşündüm sonra bir baktım adamlar yıkadıkları filmleri mandalla asıp, ceset torbalarıyla örerek toz veya herhangi bir şeyden koruyorlarmış. İşte benim hayatımda o gün değişti. Atölyede nerden baksanız 100 tane çocuk vardı. Hepsiyle aynı hoşgörüyle ilgilenmek bence çok zor. Yeniden güleceğimi tabi ki biliyordum ama bu kadar kısa sürede olacağını tahmin etmiyordum. O zamanlar okula gidemiyordum ama onların sayesinde bu açığımı bile kapattım. Bu yüzden hepsine ayrı ayrı minnettarım.
Atölyede ilk nasıl fotoğraf çekileceğini ve nasıl basılacağını öğrendim .En güzeli de bir kez olsun hocalarım hiç biri kalbimi kırmadı. Hep arkadaş gibi oldular bana. Aslında hepimize. Belki de kendimi bu yüzden bu kadar özel hissettim. Sadece fotoğraf çekmeyi değil, bana o vizörden baktığımda bambaşka bir hayat gösterdiler. Tabi ki bakabilmekte önemli. Daha 10 yaşındayken nasıl dik durmayı öğrettiler. Gerçekten abartmıyorum.. O zamanlar şunu öğrendim “ Hayal kurmak başarmanın yarısıymış” başardım! Nasıl mı? Şöyle anlatayım; Atölyeye başladıktan sonra bir çok yerlerde sergiler açtık. Ama benim için, içlerinde en gurur verici Japonya maceramdı. Bir gün okuldan eve geliyorum, kapıda bir baktım Japonlar. Benim için gelmişler. Sadece benim için. Belgesel yapmak istiyorlarmış. Hem de hayatımı. Neyse konuştuk anlaştık 23 günlük bir belgesel yaptık. Yorucuydu ama güzeldi. Unutulmayacak kadar güzel... Ve ben o zamanlar daha 13 yaşındaydım. Çekimler bittikten sonra Japonya da gala yapıldı. Davet ettiler ama yaşım ufak diye annem göndermedi. Emir büyük yerden. Ama telefonla canlı bağlantı yaptık. Ve o telefonun ardından duyduğum o çığlıklar, alkışlar ömrüm boyunca yeter bana. Gururlandım ve ilk kez o gün büyüdüğümü hissettim. Ve dedim ya başardım... Ve daha bir sürü röportajım ve sergilerim oldu. Ama her şey den önemlisi bu başarımın ardında tek bir insan vardı. O kişide Özcan YURDALAN'DIR. Bu yaşadığım özel günlerin tek mimarisi o. O bana, bu kadar sabırlı, şefkatli, anlayışlı ve sevgi dolu olmasaydı, ne bu işi bu kadar sever ne de sizlere anlatacağım bugünleri yaşayabilirdim. Hayatım boyunca minnettar kalacağım insanların başında geliyor. Bana emeğinden ötürü başta Özcan YURDALAN olmak üzere, Mehmet KAÇMAZ Gökhan GEZİK, Alp SEZERALP ve Alowu SAYAD' A sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum...
Çünkü fotoğraf atölyesinde sadece fotoğrafla ilgili şeyler öğrenmedik. Hayata dairde bir sürü sohbetler yapıyorduk. Evimden daha fazla atölyede zaman geçiriyordum desem yeridir. Her günümüz dolu dolu geçiyordu. Sıkıntılarımızı, her sorunumuzu paylaşabiliyordum. Her şey den önemlisi sizi her zaman dinleyebilecek insanların olması çok güzel bir şey. Ne diyebilirim ki teşekkür ederim.. Hani anlatsam roman olur derler ya, öyle bir hikâye bizimkisi. Zorluklarla başlayan, ama ne mutlu ki sonu güzel biten bir hikâye. Yazmakla da anlatamam üzerimde ki emeklerini. Umarım benden sonra ki çocuklarda bu kadar şanslı olurlar. Çünkü unutmayalım her çocuk özeldir..
Şu an 25 yaşındayım. Ve inanın severek yapabildiğim tek şey fotoğraf çekmek. Ama bu kadar çok sevdiğim ve başarılı olduğumu düşündüğüm bu işi ne yazık ki hayat şartları el vermediği için yapamıyorum. Türkiye’ de bu işe pek önem gösterilmiyor. Kaybolmaması gereken bir sanat ve umarım kaybolmaz... Ama ne olursa olsun, üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin ne fotoğrafçılığa duyduğum bu aşkı, ne de bana bu aşkı aşılayan çok sevdiğim ve ayrıca saydığım ÖZCAN YURDALAN hocamı kalbimin en özel yerinde tutmaktan vazgeçmeyeceğim..