“Kadın hakları ve kadın denince herkesin aklına özellikle büyük kentlerdeki insan modeli geliyor. Oysa Anadolu’da köylerimizde, kentlerimizde, kasabalarımızda yaşayan milyonlarca kadınımız var” diyen araştırmacı ve Yazar-Şair Sırr
(Özel Haber.Nefes Yapım)
SORU: “Kadın”ın sosyal hayatta halen dışlandığını ve bunun da özellikle kırsal kesimlerde daha fazla gözüktüğünü söylüyorsunuz. “Kırsal kesimdeki erkeklere bunu bir şekilde anlatmamız gerek” derken, mesela neler yapılabilir veya kimler, neler yapabilir bu sorunun çözümü için?
Evet ne yazık ki kadının sosyal hayattan dışlanması, bizde halen geçerli olan bir şey. Gerçi bütün dünyada aynı durum söz konusu. Örneğin Forbes dergisinin dünyadaki güçlü insan listesinde yani etkin olan insanları belirlerken, 71 kişilik listede sadece 4 kadın ismi var. Bu bütün dünyada böyleyken bizdeki durum daha da farklı. Biz Türk milleti olarak geleneksel yapımızda ve tarihimizde anaerkil aile yapısını kullanmış bir toplumuz. Tabi ki tarihsel süreç içerisinde göçler sırasında çeşitli medeniyetlerden etkilenmişiz. Arap medeniyetinden, Fars medeniyetinden, Uzak Doğu medeniyetlerinden v.b.. Daha sonra Anadolu’ya gelmişiz ve Anadolu’daki mevcut medeniyetlerden etkilenmişiz. Bu etkilenmelerde ne yazık ki kadının yeri sağlamlaşacağına daha da olumsuz hâl almıştır. Özellikle İslam toplumu olmamız nedeniyle Arapların geleneksel yapısını İslam adı altında kadına dikte etmişiz, kadını sosyal hayatın dışına çıkarmışız, kadın sadece evde iş yapan, çocuk doğuran ve çocuklara bakan ve benim tabirimle “erkeğin yardımcı canlısı” pozisyonuna sokmuşuz. Oysa İslam dininde de böyle bir şey söz konusu değil. Bunu daha önceki yazılarımda belirtmiştim. Peygamber Efendimizin eşiyle birlikte herhangi bir alışverişte değil, düğünde değil, savaş meydanında eşiyle birlikteyken, biz şu anda kadını sosyal hayatın dışına çıkarmışız. Tabi ki kadın hakları ve kadın denince herkesin aklına özellikle büyük kentlerdeki insan modeli geliyor. Oysa Anadolu’da köylerimizde, kentlerimizde, kasabalarımızda yaşayan milyonlarca kadınımız var. Kadınlarımızın eğitimden uzak kalmış olması çok büyük dezavantajımız. Şu anda ortalama 20 ila 60 yaş arasına giren Anadolu’da yaşayan kadınlarımızın çok büyük bir kısmı okur-yazar bile değilken az bir kısmı da ilkokul mezunudur. Bu durum bizim kadınımızın eğitimsizlikten dolayı elde edemeyeceği imkanlardan da feragat etmesi demektir ki tamamen erkeğe mahkum ya da erkeğin baskısı altında hayatı algılıyor ve o şekilde yaşıyor. Kadın kendini ifade edemiyor. Duygularını, düşüncelerini söyleyemiyor. Veya duygu ve düşüncelerini söylese bile çok itibar görmüyor. Dolayısıyla kendi içlerine kapanmış kadın kadına yapılan sohbet ve aktivitelerin dışında sosyal hayatın içinde hiçbir şeyleri yok. Ve kadın gerek fiziksel görüntüsü gerek düşünsel yapısıyla erkeğin hükmettiği, erkeğin istediği şekilde yaşayan bir pozisyona oturuyor. Bunun çözümü için Anadolu’daki kadınları bu içinde bulundukları sıkıntıdan kurtarmak için çok önemli bölgesel kalkınma modelleri geliştirmemiz gerekiyor. Yani aileden sorumlu Aile Bakanlığı adı altında kadının sosyal statüsü genel müdürlüğü şeklinde örgütlenmiş kamu hizmetlerinde bu alana inilmesi gerekiyor. Bu kadınların bir şekilde sosyal hayata nasıl adapte olabilecekleri, okuma oranlarının nasıl artırılabileceği, dünyadaki gelişmelerden nasıl haberdar olabilecekleri konusunda çeşitli eğitim seminerlerinin köy köy, kent kent, ilçe ilçe düzenlenmesi gerekiyor. Ve bu kadınların bu seminerlere katılımlarının sağlanması gerekiyor ki Anadolu’da yaşayan kadının zaman sıkıntısı var. Dolayısıyla onlara en uygun vakitler seçilerek, mahallelere inilerek tabana yayılmalıdır. Bunun yanı sıra bunlar yapılırken erkeklerin de eğitilmesi gerekiyor. Erkeklerimizin eğitilmesi konusunda sadece basın yayın iletişim organlarıyla başarmamız mümkün değildir. Çünkü bazı erkekler TV izleyemeyebiliyor, gazete okumayabiliyor. Ama özellikle Anadolu’daki erkeklerimizin çoğunluğu bir şekilde ibadet maksadıyla gitmiş olduğu camiler vardır, Cuma namazları vardır. Cuma günleri okunan hutbelerde, bu konunun Diyanet İşleri Başkanlığı ile beraber planlı bir şekilde dile getirilmesi gerekiyor. Yani erkek kadına, “çok sıcak bir yuvamız var, geçimi temin edecek parayı kazanıyorum, aç değilsiniz açıkta değilsiniz, daha ne istersiniz” şeklindeki bir düşünceden uzaklaşıp “aynen benim gibi, en az benim kadar hayatta sorumluluk taşıyan, hayatı yaşaması gereken bir insanla birlikteyim” demelidir. Kadını insan olarak görüp, birlikte yaşaması açısından erkeklerin de mutlaka eğitilmesi gerektiğini düşünüyorum. Tabi ki bu kısa vadede olabilecek bir şey değil. Kadınların buna kendilerini hazır hissetmeleri gerekiyor. Erkeklerin de buna kendilerini hazır hissetmeleri gerekiyor. Bunun bir ihtiyaç olduğunu bilmeleri gerekiyor. Bunu anlatabilmek için de tabi ki iletişim organlarının tamamını kullanmakla beraber, belediyelerin hizmetleri içerisinde kadınla ilgili birimin mutlaka kurulması gerekiyor. Belediyeler bu birimleri kurduktan sonra çalıştıracakları sosyologlar, psikologlar ve diğer sosyal hizmet uzmanları aracılığıyla kadınların lokal olarak, bölgesel olarak kontrol altında tutulmaları, onlara çeşitli şekillerde ulaşılıp bunun bir ihtiyaç olduğunun anlatılması gerekiyor. Aynı birimin erkekler için de yine aynı şekilde, bunun bir ihtiyaç olduğunu, gelecek nesillerimizin yetişmesinde önemli etken olan annelerin sosyal hayatın bu kadar dışında, bilginin ve eğitimin bu kadar dışında olmaması gerektiği konusunda bir ihtiyaç olduğu anlamında eğitilmeleri gerekiyor. Tabi ki kadınımızın yetiştirmiş olduğu çocuklar, bir dönem sonra ya anne ya da baba olacaktır. Anne ve baba olduklarında yetiştikleri anne baba rol modellerini aynı şekilde uygulamamaları açısından bir kırılma noktası mutlaka yaşanması gerekiyor. Ama ne olursa olsun kadınlarımız, bizim en kutsal varlıklarımızdır, anamızdır, bacımızdır, kızımızdır, eşimizdir. Ve öyle bir kültürün, öyle bir medeniyetin mensubuyuz ki, Cennet anaların ayakları altındadır, ana ise bir kadındır.