Kendi yönettiği Nehir'le tiyatroseverlerin karşısına çıkan usta oyuncu Haluk Bilginer sanatta sansür olmaması gerektiğini söylüyor.
Bir Cuma akşamı, Kadıköy'de Oyun Atölyesi'nde Haluk Bilginer, Ayça Bingöl ve Canan Ergüder'in bu sezon sahneye taşıdığı Nehir'i izledik. Oyunun yazarı, 1990'ların başından beri dünya sahnelerinin sevilen ismi, Jez Butterworth. 70 dakika süren, tek perdelik oyunun ardından Bilginer, Bingöl ve Ergüder ile buluştuk; oyundan ve sanattan konuştuk.Jez Butterworth'ün oyununu seçmenizdeki sebep neydi? Haluk Bilginer: Oyun önemli bir takıntıdan söz ediyor. Oyundaki erkek bir kadın da olabilir; bir yerde takılmış herhangi bir insan da olabilir. Anlatış biçimini, şaşırtıcılığını çok sevdim. Seyirci olarak, birinci sahne bittikten sonra ikinci sahnede kadın kaybolup, içeri başka bir kadın girdiğinde şaşırmıştım. “Enteresan bir şey oluyor!” diye düşünmüştüm. İzleyeni içine alan zekice ayarlanmış noktaları olan, akıllıca yazılmış, güzel bir textti. Oyunda iletişim problemini, başlıyor gibi görünüp başlayamayan ilişkileri görüyoruz. Sokakta 10 kişiye sorsak, 3-4 tanesi bu hikâyeyi tanıdık bulacaktır. Bilginer: Adam, hiçbir zaman olamayacak bir şeyin, onu çok heyecanlandıran bir anın peşinde. O anı yeniden yaşamak istiyor. Ama bu mümkün değil. Aynı nehirde iki kez yıkanılmaz! Biraz da bunun için oyunun adı Nehir. İnsan, doğa, evren, her şey değişiyor. Bu değişikliğin farkına varmayıp hep aynısını tekrar etmek istersek, olmaz. Einstein'ın çok güzel bir sözü var, kulise de astım: “Aptallık aynı şeyi yapıp farklı sonuç beklemektir.” Kadın olarak hayatta anne, eş, evlat, birçok rolümüz var. Oyundaki adamı böyle biri yapan da kadınlar, değil mi? Bilginer: Erkeklerin böyle erkekler olmasının nedeni kadınlardır. Kadınların yatacak yeri yok, söyleyeyim. Anneler yetiştiriyor çocukları da: “Erkek adam mutfağa girmez” diyorlar. Onun için yemek yapmayı bile bilmeyen bir sürü adam var. Canan Ergüder: Servis bekleyen erkek dolu her yer. Ama oyundaki kadınlar adama inanmıyor. Görüyorlar; ama erkeğin alanına fazla girmemek, ilişkinin başında sorun çıkarmamak için söylememeyi tercih ediyorlar. Bilginer: İki kadın da bu adamla olmayacağını çok iyi biliyor. Sadece reaksiyonları farklı. Tüm kadınlar bilir; ama bilmezden gelir. Canan'ın kadını, adamı terk ettikten sonra ertesi akşam arkadaşlarıyla eğlenebilir. Ayça'nın kadını da farkında; ama o bir hafta üzülebilir. Ama kadın, hep güçlü kalmaya devam eder. Oyun için teklif ne zaman geldi? Ergüder: 9 ay önce bir mesaj geldi, Haluk abi imzalı. Biri benimle dalga geçiyor sandım. Aradım, onun sesiydi! Gerçekten de Haluk abiden gelmiş mesaj. Ayça ile de uzun zamandır çalışmak istiyordum. Bilginer: Zaten tanışırlarmış ve birbirlerini çok severlermiş. İkisi de aynı şeyi söyledi bana, ayrı ayrı konuşurken. Ayça ve Canan'la daha önce çalışmamıştım; hep “İnşallah bir gün denk gelir, kısmet olur, çalışırız” diye dilerdim. Ayça Bingöl: Çevrilmeden önce, textin İngilizcesini okudum. Duygusunu aşağı yukarı anlamıştım; ama çeviri geldikten sonra çok daha net gördüm, oyunu daha çok sevdim: “Bu oyunun içinde olmak istiyorum” dedim. Haluk ve Canan'la çalışmak bambaşka. Çok yoğun bir dönemimdi. “Nasıl yapacağız provayı?” diye düşünüyordum. Bir yandan, bir oyunum vardı o sırada Devlet Tiyatrosu'nda. Bilginer: Bir yandan da acıların kadını Cemile vardı. Bingöl: Öyle Bir Geçer Zaman ki dizisi de devam ediyordu. Haluk “Seninle boş günlerinde prova yaparız” dedi. O süreçte bana inanılmaz yardım etti. Sonra karar değiştirip bu sezona bıraktık. Çok doğru yapmışız bence. Büyük dramatik aksiyonlar, katarsisler yaşanacak bir oyun değil; günümüze yakın bu anlamda. O yüzden insanların ilgisini çekiyor. Hayat akarken çok dikkat etmediğimiz detayları, sıradan halleri sinemada, tiyatroda izlemenin farklı bir etkileyiciliği var. Bilginer: Tiyatro hayatın aynası falan değildir. Ayna aynısını değil, tersini gösterir. Tiyatro, gerçekten daha gerçektir ve bu yüzden eğlencelidir, seyretmek. Bizim dile getiremediğimiz, anlatamadığımız şeyleri anlatır. Hayat tiyatronun kötü bir taklididir, olsa olsa. Kaba bir örnek vereyim: Yüzbinlerce kişiye hükmeden bir general. Karısı evde hiç “Dört yıldızın var diye kendini adam mı sandın? Git kendine çay koy” dememiş midir? Bence demiştir. Biz bunu görebilir miyiz? Hayır. Nerede görebiliriz? Sahnede. Nuri Bilge Ceylan'ın son filmi Kış Uykusu'nda oynadınız. Çekim takvimi sizin programınıza göre yeniden düzenlenmiş. Nasıl bir deneyimdi? Bilginer: Muh-te-şem! Bilge'nin gerçek bir sinemacı olduğunu düşünüyorum. O sadece yönetmen değil, her şey. Senaryosunu da yazıyor, montajını da yapıyor. Anadolu'da kızların, ustaca, küçük elleriyle yaptığı ipek halılar vardır. Her ilmeği doğrudur. O yüzden çok değerlidir ve biz küçücük ipek halıya 100 bin dolar veririz. Bilge'nin filmleri de böyle. Ne kadar sürdü çekimler? Bilginer: Üç ay. Bir üç ay daha gidebilirdi. Çok mutluyum Bilge ile çalışmaktan. Filmi merakla bekliyorum. Ben de seyirci ile birlikte izleyeceğim ilk defa. Benim Dünyam'da Ela'nın annesini, bir kadının 20-60 yaş arasını canlandırıyorsunuz. Sizin için nasıldı süreç? Bingöl: Öyle Bir Geçer Zaman ki bitti, ertesi sabah Benim Dünyam'ın çekimi vardı. Bir gün bile nefes alabilecek vaktim olmadı. Uğur Yücel ile ilk kez çalışmamıza rağmen birbirimizi çok iyi anladık. Uğur'un fiziksel değişimi sebebiyle önce finali çektik. Ters kronolojiyle oynadım. Sizin başka bir projeniz var mı? Ergüder: Şu an sadece tiyatro yapıyorum. Biraz içime, kendi gelişimime döndüm bu sene. Behzat Ç'den sonra birkaç proje geldi; ama saygı duyduğum ve eğlendiğim işlerde oynamak istiyorum. Bu yüzden de ince eleyip sık dokuyorum. John Stewart'ın Hollywood için yaptığı Rosewater filminin çekimleri nasıldı? Bilginer: Kış Uykusu'ndan sonra, yazın ortasında, Ürdün'de çektik. Bir İran hikayesi. İran'da çekemezdik, müsade edilmezdi. 2009 seçimlerini izlemek için İran'a giden İranlı bir gazeteci başına gelenleri anlatıyor. Bahari'nin Then They Came For Me (Ve Sonra Benim İçin Geldiler) kitabından uyarlandı. Filmde Bahari'yi Gael Garcia Bernal oyunuyor. Ben de babası rolündeyim. Üst üste iki filmde oynamak zor olmadı mı? Bilginer: Benim pek yapmadığım bir şey. Nasıl olduysa, zaman izin verdi, yaptım. Nehir ile turneye çıkacak mısınız? Bingöl: Önümüzdeki haftalarda İzmir, Ankara, Sakarya'da oynayacağız. “Parmak sallayarak sanat yapılmaz” Haluk Bilginer: > Türkiye'de sansürün en tehlikeli biçimi var: Otosansür. Özgür hissetmeyen insanlar otosansür uygular. Hâlbuki sanatçı özgür olmalıdır. Gırgır dergisi dünyada Mad (Amerika) ve Krokodil'den (Sovyet Rusya) sonra en çok satan üçüncü yayındı. 600 bin satıyordu. İnsan kendini bir şekilde ifade etmek zorunda. Ve insanlar, söyleyemediklerini mizah yolu ile anlatıyor. Bu da mizahın gelişmesine yol açıyor. > Politik tiyatro didaktik tiyatro demek değildir. Parmak sallayarak sanat yapılmaz, hiçbir şey anlatılmaz. Sanat ders vermez, soru sorar. Cevabını da vermez. Cevabını veriyorsa, sanat değildir. Ben bir şey söylerim, izleyici yaşadıklarıyla ilgili oradan bir şey çıkarır. Orada benim işim biter. Öbür türlüsü ukalalık ve kendini bilmezlik olur. Ve bu sanat değildir. > Sanat devletin sıkıcı suratı karşısında temiz bir hava, bir gülümseme, bir nefestir. Sanat devleti yukarı çeker. Devletin aklı varsa, oradan bir şey anlar. > Devlet, nasıl ki yol yapmak zorunda ise, sanatı da desteklemek zorundadır.