Ayasofya kimilerine göre müze, kimilerine göre eski bir kilise, kimilerine göre ise Osmanlı’nın cami olarak kullandığı tarihi bir bina.
Aslında bu yapıyı en çok tartışılan eser yapan ve diğer tarihi yapılardan ayıran çok önemli birkaç özelliği var.
İlk olarak bu yapı Hristiyan dünyanın yeryüzündeki ilk resmi kilisesidir. Hristiyanlık Roma İmparatoru Konstantin tarafından ilk kez resmi din olarak benimsendikten sonra ilk Ayasofya, Konstantin tarafından inşa edilmiştir. Anadolu’nun dört bir yanında son derece eski mağara kiliseler hep, Roma’nın zulüm döneminde saklı gizli inşa edilmiştir. İstanbul, Roma İmparatorluğu’nun yeni başkenti ilan edilirken ilk Ayasofya binası da Roma’nın yeni dininin ilk resmi mabedi haline getirilecektir. Tabir yanlış olmazsa Ayasofya, Hristiyan dünyanın bir nevi Kâbe’si gibidir. Bu sebeple Hristiyan dünya bu mabetten hiçbir zaman vazgeçmemiş, vazgeçmeyeceklerdir. İki şey onlara çok acı gelmiştir. İstanbul’un Osmanlı tarafından fethi ve Ayasofya’nın İstanbul’un ulu camisi haline getirilmesi. Ardından bunun rövanşına hazırlanacaklardır. Fetihten sadece 39 yıl sonra İspanya’daki son Müslüman devlet Gırnata’ya son vereceklerdir. Bununla da kalmayarak, Granada Ulucami’yi temellerine kadar yıkarak üzerine dev bir katedral konduracaklardır.
Onların her işgal ettikleri yer hayattan yoksun bırakılmıştır. 1099’da Kudüs işgallerinde şehirde bir tek Müslüman bırakmayacak şekilde yaptıkları katliam ve şehirdeki İslami tüm eserlerin tahribi ya da kiliseye çevrilmesi. Ya da 1204 Latin istilasında kendi dindaşlarına bile acımama politikaları. 4. Haçlı Seferi’nde Kudüs’e gidecekken yolları üzerindeki Doğu Roma’nın başkenti İstanbul’a (Konstantinapolis) ikmal için uğramışken şehre saldırmaları ve şehirde Hristiyanlık adına ne varsa yıkıp yağmalamaları. Bugün Katolik dünyanın Ayasofya hakkında söyleyecek hiçbir sözleri yoktur. Çünkü onlar bu güzelim mabedi önce yağmalamış, ardından İstanbul manastırlarındaki yüzlerce bakire rahibeyi buraya doldurup aylarca kirleterek bu dini yapıyı bir fuhuş yuvasına çevirmiş, sonrasında da tenezzülen Katolik kilisesi haline getirip kullanmışlardır.
Halbuki Osmanlı İstanbul’u fethi sonrasında bu yapıyı şehrin Cuma camisi haline getirmiş ve baş tacı etmiştir. Muhteşem katkıları ile bu yapının bu günlere gelmesini sağlamıştır. Yoksa 1500 yıllık bu kadar kadim ve dev boyutlarda bir yapının günümüze bu kadar sağlam gelmesi pek kolay değildir. Beş Osmanlı padişahı içine defnedilmek isteyecek kadar kutsaldır Ayasofya Osmanlı için. 5 asır boyunca binlerce Müslüman, cenazelerinin Ayasofya’dan kalkmasını vasiyet edeceklerdir. Ali Kuşçu, talebelerine burada ders verirken, her padişah hemen tüm cumalarını burada kılmaya özen gösteceklerdir. Sadrazamlar Sultanahmet Meydanı’nda oturmakta olup her sabah namazını Ayasofya Camii içinde eda edeceklerdir. Fatih’in fethi ve ilk düzenlemeleri, 2. Bayezid’in 2. minaresi, Kanuni’nin Ayasofya’ya hediyeleri, 2. Selim’in a’dan z’ye yapıyı Mimar Sinan’a tamir ettirmesi, 3-4 minareleri ekletmesi, 3. Murat’ın minber ve müezzin mahfili ile Bergama’dan getirttiği şerbet küpleri, 4. Murat’ın vaaz kürsüsü, 1. Mahmud’un imaret ve kapısı, abdest şadırvanı, 2. Mahmud’un Hünkar Mahfili, Abdülmecid Han’ın yapıyı tepeden tırnağa yeniden tamiri ve hünkar mahfili giriş binasını ekletmesi ve daha neler neler...
Ayasofya, bu toplumun kılcallarına işlemiş şehrin ulu camisidir. İstanbul’un ruhunda Ayasofya Camii’nin apayrı bir yeri ve değeri vardır. O yapı sadece bir cami değildir. O, bağımsızlığımızın, İstanbul’a hâkimiyetimizin esaslı bir sembolüdür. Çok uzatmaya gerek yok. Son sözü Yahya Kemal söylesin. Şöyle diyor:
“Devletimizin iki esaslı temeli olduğunu gördüm. Topkapı Sarayı Hırkayı Saadet Dairesi’nde okunan Kur’an-ı Kerim ki hâlâ okunuyor, Ayasofya Camii’nin minarelerinden okunan ezan ki hâlâ okunuyor.”
Talha Uğurluel