L’homme fidèle / Sadık Bir Adam”, aktör Louis Garrel’in yönetmen koltuğuna oturduğu ikinci film. Film, Marianne’in sevgilisi Abel’i en yakın arkadaşları için terk etmesi ve arkadaşlarının ölümünden sonra çiftin bir araya gelmesi etrafında dönüyor. Ün
Hayatınızda çok farklı şeyler yaptınız. Oyunculuğu kariyerinizde nerede görüyorsunuz?
Artık oyunculuk kariyerimi inkâr edemem. Sonunda bunun hayatımın bir parçası olduğunu tamamen kabul ediyorum. Şu aralar bana doğal geliyor. Bunun tecrübeyle de ilgisi yok, kim olduğunu bulman zaman alıyor.
Hangi noktada “Tamam, ben oynayabiliyorum” dediniz?
Bunu her zaman düşündüm. Sadece bir süre, ne kadar kendimden verebileceğimi bilemediğim için kendimi fazla göstermekten korktum. Ama şimdi kendim gibi hissediyorum ve bunu gösterebilecek gücü kendimde bulabiliyorum. Çünkü hayat hakkında daha fazla bilgi ve tecrübe sahibiyim. Hem oyunculuk hem de hayattan bahsedebilmek anlamında…
Filmdeki karakteriniz hem güçlü hem hassas. Çok katmanlı bir karakter olduğu söylenebilir. Siz karakteriniz hakkında ne düşünüyorsunuz?
Marianne’in olaylara bakışında olgunluk var. Bence yaptığı kötü denebilecek şeyde de bile oldukça dürüst. Hayatı ve aşkı gerçek bir şekilde yaşamaya çalışıyor. Yüzeysel değil, gerçek bir şey yaşamak istiyor. O yüzden de Abel’i kaybetmek pahasına bir risk alıyor. O yüzden oynamak çok ilginçti.
Filmin başında çok dürüst bir ayrılık sahnesi var.
Marianne, sesinin duyulduğundan emin değil. Abel merdivenlerden düştüğünde olayı idrak ettiğini anlıyoruz. Bence birinden ayrılmanın iyi bir yolu yok. O sahnede, kadın hamile olduğunu, çocuğun babasının Abel’in en yakın arkadaşı olduğunu ve evlenmek için gün aldıklarını açıklıyor; sevgilisine… Oynarken Louis’nin (Garrel) “Dram ekleme” dediğini hatırlıyorum, “Zaten yeterince dramatik” olduğunu vurgulayarak. Sahneyi tek seferde çektik.
İlham perisi etiketinden hoşlanmadığının altını çizen Laetitia Casta ile başrolünü üstlendiği, bu hafta vizyona giren filmi “Sadık Bir Adam”ı konuştuk: “Karakterin gücünü yansıtmak için mücadele verdim ve bu, benim için önemliydi. Tanıdığım birine içimdeki aslanı göstermemiştim”
Filmin yönetmeniyle başrolü paylaşmak zor muydu?
Kolay değildi, nefret ettim aslında. Karakterimi canlandırırken Louis kameranın yanında duruyor ve sert, memnuniyetsiz yüz ifadeleri yapıyordu. Berbat bir iş çıkardığımı hissediyordum. Sonra kamera ona döndüğünde tamamen kendi karakterini oynamaya koyuluyordu. Garip bir ikilemde kalıyordum.
Filmin adında sadakat olsa da, film sanki daha ziyade olgunlaşmayla ilgili. Değil mi?
Evet. Filmin başında Marianne bir kadına dönüşüyor. Ne istediğini biliyor: Bir çocuk. Belki Abel’e önceden sordu ve hazır olmadığını gördü. Arkadaşından hamile kalınca düşündü ve ne istediğine karar verdi. Bence bu, kadının olgunluğuyla ilgili bir film…
O yüzden mi önceden oynayamayacağınızı düşünüyorsunuz. Zamanlama konusunu biraz açabilir misiniz?
Evet, Marianne’i daha önceden oynayamazdım. Ben de o kadar olgun değildim. Gördüm geçirdim ve şimdi oynayabiliyorum. Hayatımda olanlar nedeniyle 15 yaşında çalışmaya başladım. Başımdan bir sürü şey geçti. Şimdi hayatı yakaladım gibi geliyor. Ama bu film, bana kendimle ilgili bir şeyi kanıtlamama vesile oldu. Belki bir oyuncu olarak… Özellikle de tanıdığım biriyle çalışırken. Sadece bir ilham perisi değilim, oyuncuyum diyebilirdim. İlham perisi etiketinden hiç hoşlanmam, çok pasif bir roldür bir kadın için. Karakterin gücünü yansıtmak için mücadele verdim ve bu, benim için önemliydi. Tanıdığım birine içimdeki aslanı göstermemiştim. Aynı durum onun için de geçerliydi. Ben de Louis’nin sert, talepkâr yönetmen yönüyle tanıştım.
Filmin başında Marianne’in istediğinin peşinde koştuğu dönemde siz farklı mıydınız?
Bir hayaletle uğraşmıyordum tam olarak. Hayatımda hiç sevgiyle oyun oynamadım. Oynadığı başka şeyler oldu ama sevgi, aşk konularında hep çok ciddiydim. Fazla ciddiydim bile denebilir. Çok erken yaşta çalışmaya başladığım için ergenlik dönemi yaşamadım. Hep çok olgun ve ciddi bir tip olmak durumundaydım. Erkeklerle dansa gitmek filan hiç ilgimi çekmedi. Çok çekingen bir tiptim. Kendimle rahat değildim, o yüzden de hafiflik içeren bir ergenliğim olmadı.
Normal bir ergenlik geçirmemek sizin seçiminiz miydi?
Evet.
Buna feminist bir film denebilir mi? Kadınlar güçlü ve kararları onlar veriyor.
Abel, kusursuz bir erkek karakter değil ve bence onda iyi olan da bu. Louis Garrel’i farklı bir şekilde görüyoruz. Ama bence gerçek hayatta bu haline daha yakın, canlandırdığı karakterlerden ziyade, buna benziyor. Feminist demek istemem ama kadın portreleri üzerine bir film.
Filmde cinayet fikri de var. Kadınlar tehlikeli de.
Evet. Toplumda kadınları cadı gibi görme eğilimi süregelir. Filmde de bunun şakası yapılıyor biraz. Bence insan olarak hepimiz çok karmaşığız. Tehlikeli taraflar elbette yok değil.
Sadakat sizin için önemli mi?
Benim için önemli olan insanın kendisine sadık olabilmesi. Bence bu önemli bir değer. Yalan söylememek ve kendini bir başkasına dürüstçe gösterebilmekten bahsediyorum. Biri size sadığım diyorsa ve bir gün bunun gerçek olmadığını fark ediyorsanız, bu, bence felaket. Ama ben böyleyim diyorsa daha iyi değil mi?