Yedi Denizler Kurdu’ Sadun Boro’yu (87) sonsuz maviye uğurladık. Yelkenle dünyayı dolaşan ilk Türk unvanlı Boro hayallerini gerçekleştirmekle kalmadı, çok insana ilham verdi
İstanbul’un yeni vapurlarını gördünüz mü? Şu arabalı vapura benzeyenleri...
Cemal Süreya’nın dizelerini getiriyor insanın aklına: “Fatih Sultan Mehmed gemilerini karadan yürüttü ya/Deniz kaçkını bir ulusun çocuklarıyız biz o gün bugün.”
Coğrafya derslerinin ilk ezberlerinden biridir, ‘ülkemizin üç tarafının denizlerle çevrili’ olması. Buna rağmen şairin buyurduğu gibi dilimizde en ürpertili kelimelerden biridir deniz. Bu topraklarda “Dibini görmediğin yerde yüzmeyeceksin” sözü boşuna söylenmemiştir.
Ama deniz kaçkını çocukların istisnaları da var. Onlar sırtını denize dönenlerin aksine yüzlerini fırtınaları denizlere, okyanuslara çevirmiş, herkesin hayatta en az bir kere düşündüğü “Şeytan diyor bırak işi gücü, dolaş dünyayı” fikrini hayat tarzı yapmışlardır.
Büyük denizci Sadun Boro, bunun öncüsüydü. 1965’te eşi Oda Boro’yla birlikte yelkenlisi Kısmet’e atlayıp dünyayı dolaşan ilk Türk denizcisiydi. Tekneye Kanarya Adaları’nda dahil olan Miço isimli kedileriyle üç kişiden mürekkep bu cesur mürettebat, üç yıl sonra 1968’de Türk sularına dönmüş, Caddebostan’da kendilerini bekleyen coşkulu kalabalık eşliğinde dünya turunu tamamlamıştı.
Bu büyük macerada Hürriyet, Boro’yu maddi olarak desteklemişti. Seyahati tefrika olarak Hürriyet’te yayımlandı. Kısmet, 1977’de bu kez kızı Deniz’in de dahil olduğu dört kişilik bir mürettebatla tekrar okyanusa açıldı. Hürriyet, ikinci seyahate de yer verdi. Daha sonra bütün maceraları Denizler Kitabevi’nden çıkan beş kitapta toplandı.
“Benden daha mutlu insan pek bulamazsınız” diyordu. Hastalığının son döneminde bile teknesine dönmek istedi. Ve cuma günü çok sevdiği Bedri Rahmi’nin dizelerindeki gibi “Masmavi olup gitti”.
Gelin biz de deniz kaçkını ulusun istisnai bir çocuğunu, yüreği denizde atanların Sadun Ağabey’ini kendi maceralarıyla analım.
DÜNYANIN EN SEVİMLİ MİÇOSU
Miço, Sadun ve Oda Boro’nun kedisi. Üçüncü mürettebat olarak Kanarya Adaları’nda küçük bir yavruyken tekneye katılmış. 13 yıllık ömrünün neredeyse tamamı tekne üzerinde geçmiş. Karadan pek hoşlanmazmış. Her tekir gibi oyuncu... Yarısını yediği uskumruyu Sadun Boro’nun yastığının altına saklamak bunda, tonbalığını fazla kaçırıp Pasifik’te haritanın üstüne kusmak bunda. Ama önce teknenin, daha sonra Boro çiftinin kızları Deniz’in neşe kaynağı Miço.
TENTEDEN DENİZE
Meşhur bir denize düşme macerası var. Boro, anlatıyor: “Bauerizo Koyu’nda teknenin üstüne tenteleri germiştik. Biz altında püfür püfür otururken üstü de Miço’nun oyun sahası oldu... Biz yelken dikerken, Miço tentelerin üstünde şeytanları kovalıyordu. Bir ara sesi kesildi. Yanımızdaki balıkçı motorundan çocuklar telaşlı telaşlı bağrışarak elleriyle denizi işaret ediyorlardı. Baktık ki bizim Miço denizde. Tenteden aşağı düşmüş, teknenin baş tarafına doğru, kafası havada, bağıra çağıra, hızlı hızlı yüzüyor... Daha ben denize atlayıp onu kurtarana kadar, bir maymun çevikliği ile demir zincirinden kendi kendine tırmanarak yukarı çıkmaz mı? Bütün kediler yüzmesini bilir ama bu nasıl, doğru zincire gidip oradan yukarı tırmanmayı akıl etti, hayret ettik! Kerata pir denizci... Boşuna Miço dememişiz. Sonraları denize düşmeyi âdet edindi. Bazen biz gece uyurken denize düşer, çıkar sonra sırılsıklam, bağıra çağıra üstümüze gelirdi...
VİRA BİSMİLLAH KARAYA OTURDUK
Kısmet, daha yolun başında Pire yakınlarında kayalara bindirir: “Hava güzel, dümende keyifle sigaramı tellendiriyorum. Tekne bir kayaya dokundu, kurtuldu. İkincisinin üstünde kaldı. Atlayıp, daldım. Makine tam yol tornistanda çalışıyor. Ama nafile kurtaramıyoruz. Altından geçen her ölü dalga ile tekne kalkıp kayaya vurdukça bizim de ömrümüzü törpülüyor. Yanımızdan geçen motorlu bir sandala ip verdik... Nihayet tekne kayadan sıyrıldı.”
MUTLULUĞUN İNANILMAZ TARİFİ
Sadun Boro, hayalini gerçekleştirmenin mutluluğunu, Atlantik üzerinde şiir gibi anlatıyor: “Tepemizde masmavi bir gök... Hallaç yayından çıkmış gibi topak topak bulutlar, randevusuna koşan genç âşıklar misali, yorulmadan batıya doğru uçuşuyor... Neptün’ün görünmez elleri yekeyi ağır ağır bir sağa bir sola çekerken, Kısmet ağzında bir kemik, tazı gibi menzil-i maksuduna koşmakta... O böyle giderken, bodoslamanın önündeki beyaz köpükler dile gelir, torununu dizine oturtmuş gençlik maceralarını anlatan aksakallı ihtiyarlar gibi eski günleri yâdeder... Bu her dem taze sevgili, bugün Kısmet’i bağrına basmış, onun iki garip yolcusuna hayatlarının en güzel günlerini yaşatıyor... Ne kravat ne ceket ne tıraş olma derdi... Gene işe gelmedin diye suratını asan müdür yok... Ne yetişecek sıkıntılı bir randevu ne dört duvar arasında çalışma! Hey Allahım ne güzel günlerdir o, yalnız senin varlığın ve yarattığın tabiatla baş başa geçen anlar.”
KENDİNİ TAVAYA ATAN BALIK
Deniz yolculuğunda kumanya çoğunlukla yine denizden çıkar. Tabii her zaman ne çıkacağı belli değil. Tıpkı Boroların Pasifik macerası gibi: “Gece dalgın dalgın dümende oturuyordum. Birden kulağımın dibinden bir hışırtıyla çingene palamudu iriliğinde bir balık geçip ayaklarımın ucuna, havuza düştü. Gri renkte, üstünde sarı benekleri olan ‘İspanyol uskumrusu’ymuş bu davetsiz misafir. Bunun tavası mı yapalım, buğulamasını mı derken bir tane de iki kiloluk tonbalığının nazik boğazına bizim münasebetsiz olta kaçmaz mı! Balıktan yana Pasifik işe çok cömert başladı. Hele bir tanesi kendiliğinden tavanın içine giriyordu.”