İYİ Parti lideri Meral Akşener partisinin grup toplantısında emeklilerin maaşlarına tepki gösterdi ve iktidara seslenerek "Derhal asgari ücret seviyesine çıkartın" dedi. Ayrıca "Gazze’de yaşananlar terördür" diyerek "Hamas haklı mücadeleye kara leke
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener bugün partisinin grup toplantısında önemli konulara değindi.
Emeklilerin durumuna dikkat çeken Akşener, iktidara çağrıda bulundu ve emekli maaşlarının asgari ücret seviyesine çıkarılması gerektiğini vurguladı.
"BU YANLIŞI DERHAL DÜZELTİN"
Akşener "Böyle haksızlık, böyle adaletsizlik olmaz. Bu yanlışı derhal düzeltin. Bir kereye mahsus, 5 bin lira vermek yetmez! Sadaka mı dağıtıyorsunuz? Kendinize gelin! Emekli maaşlarını, derhâl asgari ücret seviyesine çıkartın! Asgari ücreti de, gerçek enflasyona göre ayarlayın! Milletimizin hiçbir ferdi, geçim sıkıntısıyla, ömür tüketmeyi hak etmiyor. Yazıktır, günahtır…" açıklamalarında bulundu.
"GAZZE’DE YAŞANANLAR TERÖRDÜR. HAMAS HAKLI MÜCADELEYE KARA LEKE SÜRDÜ"
Ayrıca Gazze'de yaşananlara ilişkin de açıklamalarda bulunan Akşener, "Hedefine sivilleri alan, kadın bedeni üzerinden, çirkin ve kirli bir propagandaya dönüşen, her türlü saldırı, kim tarafından yapılmış olursa olsun; bir insanlık suçudur, bir ahlak suçudur, bir terör suçudur.Gazze’de yaşananlar terördür ve Hamas; yapmış olduğu bu eylemler ile, Filistin halkının, haklı mücadelesine, kara bir leke sürmüştür." dedi.
"ABD SİHA İÇİN TAZMİNAT ÖDEMELİ"
Pentagon tarafından yapılan, açıklamaya göre; ABD, düşürdüğü SİHA’nın, Türkiye’ye ait olduğunu söylemişti. Bu konu hakkında da açıklamalarda bulunan Akşener "İddialara göre, bu uçak, Türk SİHA’sını düşürmek üzere, İncirlik Üssü’nden, yani Türkiye’den havalanıyor… Üstelik, resmi kurumlardan, bir Allah’ın kulu çıkıp da, “yok öyle bir şey.” demiyor… Ama bu vahim iddia, doğru olsun ya da olmasın; buradan, açıkça ilan etmek istiyorum: Eğer, Amerikan Devleti, Türkiye’nin, bu coğrafyadaki varlığından, rahatsızsa; derhal Türk topraklarında bulunan, İncirlik Üssü’nü de boşaltmalıdır. Aynı zamanda, düşürdüğü SİHA için, Türkiye’ye gereken tazminatı, misliyle ödemelidir." dedi.
AKŞENER'İN KONUŞMASI ŞU ŞEKİLDE:
Aziz milletim, değerli milletvekilleri, sevgili gençler, kıymetli basın mensupları;
Sizleri saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Grup toplantımıza hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.
Değerli dava arkadaşlarım;
Bugün geldiğimiz noktada, ne yazık ki iktidar;
siyaseti, palyatif bir alana sıkıştırdı.
Yeni bir çözüm, yeni bir vizyon, yeni bir seçenek oluşturmayı,
beceremedikleri için;
hatta onu geçtim, daha 6 ay önce verdikleri, vaatleri bile,
gerçekleştiremedikleri için;
uzunca bir süredir, günü kurtarmaya yönelik,
geçiştirici tedbirler üzerinden, siyaset yapıyorlar.
Sistemdeki bozuklukların,
yönetimdeki çarpıklıkların,
artık kangren olmuş yaraların, üzerini örtmek için;
kısa süreliğine etki gösteren, ağrı kesicilerle,
milletimizi oyalamaya, devam ediyorlar.
İşte bu ağrı kesiciler;
Kimi zaman, verilen maaş zamlarıyla,
Kimi zaman, edilen boş vaatlerle,
Kimi zaman da, bol keseden verilen sözlerle,
hamasi nutuklarla, karşımıza çıkıyor.
Peki, etkisi ne kadar sürüyor?
2 ay mı?
3 ay mı?
Hayır.
Artık, o kadar bile sürmüyor.
Çünkü yapılan zamlar, daha hesaplara yatmadan eriyor.
Çünkü edilen vaatler, işlerine gelmediği müddetçe unutuluyor.
Çünkü verilen sözler, sürekli olarak, başka baharlara erteleniyor.
Geçtiğimiz hafta, Merkez Bankası Başkanımız,
Plan ve Bütçe Komisyonu’nda,
enflasyonla mücadeleyle ilgili, bir sunum yaptı.
Öncelikle;
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın,
ilk kadın başkanı olan, sayın Hafize Gaye Erkan’a,
ve Başkan Yardımcısı, sayın Hatice Karahan’a,
görevlerinde başarılar diliyorum.
Sayın Erdoğan’ın, bir dediğini iki etmeyerek,
arkasında bir enkaz bırakan,
ve bunun üzerine de, adeta ödüllendirilerek,
BDDK Başkanlığı’na getirilen,
selefinden sonra, işleri oldukça zor.
Allah yardımcıları olsun.
Allah tabiki, milletimizin de yardımcısı olsun.
Hayatta kalma mücadelesi veren, emeklilerimizin;
çocuklarına harçlık vermekte zorlanan, anne babalarımızın;
karnını doyuramayan, çocuklarımızın,
barınma sorunu çeken, üniversite öğrencilerimizin de,
yardımcısı olsun…
Çünkü, Merkez Bankası Başkanı, geçen haftaki sunumunda,
enflasyonun, yani hayat pahalılığının,
mayıs ayına kadar, artarak süreceğini,
enflasyondaki, kalıcı iyileşmenin ise;
2025 yılında, ancak hissedileceğini söyledi.
Ülkemiz, yüzde 73 gıda enflasyonu ile,
dünyada rekor kırıyor.
Hâlbuki, gelişmekte olan ülkelerin ortalaması,
yüzde 15’ten fazla değil…
Biz, İYİ Parti olarak, bugüne kadar her fırsatta söyledik:
“Hayat pahalılığı ile mücadele, sadece,
Merkez Bankası’nın, faiz politikalarına bırakılamaz.” dedik.
“Enflasyonla mücadele,
Ciddiyetle ve çok yönlü ele alınması gereken,
istikrar isteyen bir iştir.” dedik.
Üstelik sadece söylemekle de kalmadık.
Bu kürsüye, milletin kürsüsüne,
defalarca çiftçilerimizi çıkardık.
Hem, tarımda gelinen korkutucu tabloya,
hem de iklim krizine, dikkat çektik.
Peki iktidar ne yaptı?
Türk çiftçisinin, arkasında durmak yerine,
ithalata yüklenip, yabancı ülkelerin çiftçisini ihya etti.
İklim kriziyle mücadele için de,
sadece bakanlığın adını değiştirdi.
Ve maalesef, bugün gelinen noktada,
yıllardır uygulanan, yanlış tarım politikaları sonucunda,
çiftçimiz artık, tarlasını ekmez oldu.
Gıda enflasyonu,
en önemli milli güvenlik sorunlarımızdan biri haline geldi.
Buradan, iktidar mensuplarına, bir kez daha sesleniyorum:
Eğer ki, enflasyonla samimi bir mücadele yapacaksanız;
işe tarımdan başlayacaksınız.
Ayrıca;
Sanayi politikasındaki, ithalat bağımlılığını azaltacaksınız ki,
kur her zıpladığında, enflasyon da artmasın.
Ticaret politikasında;
üretim zincirinin, tekelleşmesinin önüne geçeceksiniz.
Maliye politikasında ise,
önce kendinizden, lüksünüzden tasarruf edeceksiniz.
Çünkü saray hayatınızı, lüks ve ihtişam merakınızı,
sürdürmek için arttırdığınız vergiler,
hem enflasyonu tırmandırıyor,
hem de, dar ve orta gelirli vatandaşlarımızı,
her gün daha da fakirleştiriyor.
İşte tüm bunları, istikrarla yaparsanız,
enflasyonla mücadelede başarı sağlarsınız.
Ama yok, sadece Merkez Bankası’nın,
Sayın Erdoğan’ı giderek kızdıran,
faiz artışlarına bel bağlarsanız;
ne enflasyon düşer,
ne de Merkez Bankası yönetimi,
2025’i görebilir.
Bizden söylemesi…
Değerli dava arkadaşlarım;
Hayat pahalılığının, ülkemizi getirdiği uçurumda;
Kıt kanaat geçinen milletimiz,
her yeni güne, “yeni bir masraf çıkacak” korkusuyla başlıyor.
Dünyaya, misafirperverliğiyle nam salan insanımız,
artık dilediği gibi ağırlayamadığı için,
evine misafir gelmesinden bile korkuyor.
Çocuğunun büyümesine bile, doyasıya sevinemeyen,
anne babalarımız var.
Çünkü çocuk büyüdükçe, masraflar da büyüyor.
Ayağına bir çift ayakkabı almak bile,
ailelerin üzerinde yük oluyor.
Bir paket makarna, 15 lira olmuş.
Dört kişi, en ucuzundan, tavuk döner yeseniz,
400 lira ödüyorsunuz.
İşte böyle vahim bir tabloda,
hayatta kalmak bile, milletimiz için artık,
çetin bir mücadeleye dönüşüyor.
Tabii bir de emeklilerimiz var…
Ülkemizde, yaklaşık, 15 milyon 500 bin kişi,
emekli aylığı alıyor.
Yani nüfusumuzun, yaklaşık yüzde 18’i…
Ekonomimizin, içinde bulunduğu şartlarda,
7500 liraya, kiralık ev bulmak bile,
zor bir hâle gelmişken;
Ki büyükşehirlerde, hemen hemen imkânsız;
Nüfusumuzun, yüzde 18’inin aldığı,
en düşük emekli aylığı, 7500 lira…
Üstelik 7500 lira, istisnai bir maaş da değil…
Aslında, en düşük aylık olması gereken, 7500 lira,
bugün maalesef, genel emekli aylığı hâline geldi.
Emeklilerimizin, neredeyse 10 milyonu,
bu seviyede maaş alıyor.
Böyle bir adaletsizlik olur mu?
Böyle bir vicdansızlık olur mu?
Böyle bir hesapsızlık olur mu?
Biliyorsunuz, Sayın Erdoğan, geçmişle kıyaslama yapmayı, pek sever…
“Biz geldiğimizdee…” diye başlayan cümlelere bayılır.
O yüzden gelin, biz de şimdi, bir geçmiş kıyaslaması yapalım.
Ama öyle, onlar gibi, işimize geldiği gibi, eğip bükerek değil,
hakkaniyetle yapalım:
2002 yılının Ocak ayında, en düşük emekli aylığı, 216 liraydı.
Peki asgari ücret ne kadardı, biliyor musunuz?
163 lira 50 kuruş.
Yani 2002 yılında, en düşük emekli aylığı,
net asgari ücretin, 1,3 katıymış…
Eğer bu oran, bugün geçerli olsaydı,
en düşük emekli maaşının, 14.800 lira olması gerekirdi.
Ama bugün, asgari ücretin neti, 11.402 lirayken;
en düşük emekli aylığı, 7500 lira.
Yani oran, tersine dönmüş.
Asgari ücret, emekli aylığının, 1 buçuk katına çıkmış.
Yani;
Ak Parti iktidarından önce, emeklilerimiz,
asgari ücretin üzerinde emekli aylığı alırken,
20 yılın sonunda, bu durum, tam tersine dönmüş.
Asgari ücretlilerimiz, zaten perişan,
ama emekliler, perperişan…
2018 yılından bugüne kadar, emekli maaşı,
yaklaşık 5 kat artmış.
Peki, bu maaş ile geçinebilmeleri mümkün mü?
Bir yandan kira,
bir yandan elektrik, su, doğalgaz faturaları,
diğer yandan da, temel giderlere, gıda harcamalarına,
7.500 lira yetebilir mi?
Elbette yetmez.
Yetmiyor da…
Eğer bugün, emekli maaşlarını,
TÜİK’in, uydurma enflasyon verilerine göre değil de,
gerçek fiyat artışlarına göre verseydik;
emeklilerimiz, ne kadar maaş alacaktı, biliyor musunuz?
Mesela;
emekli maaşlarını, patates cinsinden ödüyor olsaydık;
bugün, en düşük emekli maaşının, 12.200 lira olması gerekiyordu.
Mesela;
yumurta cinsinden ödüyor olsaydık;
bugün, en düşük emekli maaşının,
11.300 lira olması gerekiyordu.
Mesela;
süt cinsinden ödüyor olsaydık;
bugün, en düşük emekli maaşının,
13.500 bin lira olması gerekiyordu.
Mesela;
tavuk eti cinsinden ödüyor olsaydık;
bugün, en düşük emekli maaşının,
14.200 lira olması gerekiyordu.
Mesela;
margarin cinsinden ödüyor olsaydık;
bugün, en düşük emekli maaşının,
14.400 bin lira olması gerekiyordu.
Yani iktidar;
Emekli maaşlarını, TÜİK’in, uydurma rakamlarına göre değil de,
çarşının pazarın, gerçek fiyatlarına göre düzenleseydi;
şu anda, en düşük emekli maaşının,
13 bin lira civarında olması gerekiyordu…
Buradan iktidara, bir kez daha, çağrıda bulunmak istiyorum:
Böyle haksızlık, böyle adaletsizlik olmaz.
Bu yanlışı derhal düzeltin.
Bir kereye mahsus, 5 bin lira vermek yetmez!
Sadaka mı dağıtıyorsunuz?
Kendinize gelin!
Emekli maaşlarını, derhâl asgari ücret seviyesine çıkartın!
Asgari ücreti de, gerçek enflasyona göre ayarlayın!
Milletimizin hiçbir ferdi,
geçim sıkıntısıyla, ömür tüketmeyi hak etmiyor.
Yazıktır, günahtır…
Aziz milletim;
İnsanlık adına, utanç verici günlerden geçiyoruz…
Radikal siyasetin ve terörün,
Nasıl da, birbirini besleyen bir sarmal olduğuna,
bir kez daha, acı bir şekilde şahit oluyoruz.
Geçtiğimiz hafta sonundan beri,
İsrail-Filistin ekseninde başlayıp,
dün itibariyle, Suriye ve Lübnan’a da yayılan, çatışmalarla beraber,
bölgede, maalesef uzun süreli sonuçları olacak,
bir dönüm noktasındayız.
Öncelikle, şunu söylemek isterim ki;
Yıllardır İsrail’in sürdürdüğü, orantısız güç kullanımı,
ve “güçlüyüm, öyleyse haklıyım.” yaklaşımı;
Filistin’i, günden güne, daha da daralan bir coğrafyaya sıkıştırdı.
Ve ne yazık ki, bu sıkışmışlıktan;
barış yerine, huzur yerine, terör doğdu.
Savaş kötüdür.
Ancak savaşmanın, bir hukuku vardır.
Eğer masumları öldürüyorsan;
bu savaş değil, terördür.
Eğer kadınların, ırzına saldırıyorsan;
bu savaş değil, terördür.
Eğer, asker veya sivil ayrımı yapmadan, saldırıyorsan;
bunun, meşru bir yanı olamaz, bu terördür.
Yani, her şart ve ortamda,
önce, terörün adını koymamız lazım.
Eğer bunu yapmazsak, başka ülkelerin,
pkk/ypg terör örgütünün, alçak eylemlerine gösterdiği, iki yüzlü tavra,
karşı durma meşruiyetimiz de azalır.
Nitekim, bu olay vesilesiyle;
Türkiye’den çıkan seslerin, verilen tepkilerin,
aynı zamanda, iç siyasete yönelik, bir turnusol kağıdı olduğunu da,
söylememiz gerekiyor.
Terörün, herhangi bir hakkı, hukuku yoktur.
Yıllarca, pkk/ypg terörüyle mücadele etmiş bir ülke olarak, biliyoruz ki;
teröre hiçbir kılıf uydurulamaz.
İşte bu yüzden;
Hedefine sivilleri alan,
kadın bedeni üzerinden,
çirkin ve kirli bir propagandaya dönüşen, her türlü saldırı,
kim tarafından yapılmış olursa olsun;
bir insanlık suçudur,
bir ahlak suçudur,
bir terör suçudur.
Gazze’de yaşananlar terördür.
Ve Hamas;
yapmış olduğu bu eylemler ile,
Filistin halkının, haklı mücadelesine,
kara bir leke sürmüştür.
1967 sınırları çerçevesinde,
bağımsız bir Filistin Devleti’nin, kurulma çabaları sürerken;
bölgenin istikrara kavuşması için, dünya kamuoyu destek verirken;
bu terör eylemi, en büyük zararı, Filistin halkına vermiştir.
Ve nitekim, yıllardır uluslararası hukuku çiğneyen İsrail’i,
bugün, dünya kamuoyu nazarında, mağdur hâline getirmiştir.
Biz İYİ Parti olarak;
her konuda olduğu gibi, bu konuda da,
Türkiye’nin, her şeyden önce,
millî menfaatlerimiz çerçevesinde,
hareket etmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Bu doğrultuda;
Dışişleri Bakanlığı’nın, bugüne kadar sergilemiş olduğu,
sağduyulu ve dengeli duruşu, doğru buluyor;
en azından şu ana kadar,
eski hatalardan ders çıkartılmış olmasından,
memnuniyet duyuyoruz.
Konuyu, uluslararası hukuk çerçevesinden değerlendiren,
ve bölgede barışın tesis edilmesini önceleyen,
mevcut yaklaşımı, destekliyoruz.
Ne var ki;
Diğer yandan da;
Milletimizi, hemen her konuda tehdit eden, kutuplaşma ikliminin,
Filistin-İsrail arasında yaşanan olaylarda da,
artık ezberlediğimiz çirkin yüzünü,
göstermeye kalktığına şahit oluyoruz.
Birbirine zıt, ama aynı oranda tehlikeli, iki anlayış söz konusu:
Bir tarafta;
Hamas’a, “din kardeşlerimiz” diyerek,
yapılan terör eylemini, meşrulaştırmaya çalışan,
sığ bir zihniyetin temsilcileri var.
Diğer tarafta ise:
“Filistin hükûmeti, Türkiye’ye karşı, Ermeni lobisinin yanında durdu.”
“Filistin hükûmeti, Uygur Türklerine karşı, Çin’in yanında durdu.”
“Filistin hükûmeti, Kıbrıs Türklerine karşı, Rum yönetiminin yanında durdu.”
“Öyleyse biz de, Filistinlilere, karşı İsrail’in yanında durmalıyız.” diyenler var.
Doğrudur, Filistin hükümeti, Türkiye’ye bu kötülükleri yaptı.
Ama basiretsiz Filistin hükûmetinin, Türk düşmanı tavırlarını,
bölgede can çekişen, Filistin halkına, mâl edemeyiz.
Nasıl ki;
Hamas’ın uyguladığı terörün, karşısında duruyorsak;
İsrail’in, bayram günü, Kudüs’te, Müslümanlara ateş açan,
terörünün de karşısında duruyoruz!
Nasıl ki;
Hamas’ın, sivilleri hedef alan eyleminin karşısında duruyorsak;
İsrail’in de, “savaş” diyerek, meşru göstermeye çalıştığı,
ama Gazzeli sivilleri hedef alan eylemlerinin de, karşısında duruyoruz.
Eğer bölgede, barışı tesis edeceksek;
İsrail’in gaddarlığını sahiplenen, Batı ile,
terörü bile sahiplenen, Doğu arasında;
Türkiye olarak, biz, her daim;
Hakkı, merhameti ve vicdanı sahiplenen taraf olmalıyız!
Müslümanlara zulmetmeyi, meşru gören Haçlı zihniyeti ile,
Yüce dinimizi, teröre paravan yapmaya kalkan, cehaletin arasında;
Türkiye olarak, biz;
Adaleti, barışı ve huzuru savunan taraf olmalıyız!
Çünkü;
Türkiye’yi, 2’nci Dünya Savaşı’nın, yıkımından koruyan;
Kore’de, Türk’ün kudretini, tüm dünyaya gösteren;
Akdeniz’in ortasında, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni kurduran;
Terörist başını, Suriye’den çıkartıp, kapı kapı gezdiren;
Güçlü Türk dış politikası pratiği, bunu gerektirir!
Cumhuriyetimizin,
birikimi, anlayışı, ve vizyonu, bunu gerektirir!
Atatürk’ümüzün, ülkemizi, medeni milletler ailesinin,
onurlu bir üyesi yapma gayretinden;
milli çıkarlarımız odaklı, dış politika anlayışından;
hamaset yerine, aklı önceleyen siyaset felsefesinden;
ve egemenlik kavramına verdiği önemden aldığımız ilham,
bunu gerektirir!
İşte o nedenle, geçtiğimiz günlerde,
iktidar mensuplarına, bir çağrıda bulunduk.
Türk Devlet geleneğimizin gereğini, yerine getirmelerini,
ve bu doğrultuda, ülkemizin, dış politikada alacağı tavır ile ilgili,
bizleri bilgilendirmelerini istedik.
Bu talebimizi, sizlerin huzurunda,
buradan bir kez daha yineliyorum.
Ayrıca, bu vesileyle,
başta İsrail ve Filistin olmak üzere;
herkesi soğukkanlı olmaya;
intikam duygularıyla değil;
meseleye, kalıcı bir çözüm bulmak için,
sağduyulu davranmaya davet ediyor;
bu bölgenin artık kan, gözyaşı ve şiddet ile değil,
barış, refah ve kalkınmayla anılmasını,
temenni ediyorum.
Aziz milletim;
Tarihimiz, kutlu çağrıların,
şanlı mücadelelerin tarihidir.
Türk Milleti, herkesin “bitti” dediği anlardaki, dirilişin adıdır.
Şükürler olsun ki, bugün, tüm dünya;
Türk’ün, yine şanlı bir mücadelenin ardından,
yeni bir dirilişine, yeni bir zaferine, şahitlik ediyor.
Bugüne kadar Karabağ;
sadece Azerbaycan’ın değil;
bir büyük coğrafyadaki, her Türk’ün davası olmuştur.
Ne mutlu bize ki;
Bu haklı davanın, nihayete kavuşmasını da görebildik.
Hiç şüphesiz, Karabağ, bizim için bir hasret,
Türklüğün bir kavşak noktası,
bir hak ve özgürlük mücadelesinin adıdır.
Aynı zamanda Karabağ, bizim için;
bölgemizde, barış ve huzurun sağlanması için;
bir an önce istikrara kavuşması gereken,
bir kültür ve ticaret köprüsüdür.
Bundan, yaklaşık 30 yıl önce,
Azerbaycan’ın topraklarının, yüzde 20’si olan Karabağ;
işgal edilmiş ve 1 milyondan fazla kardeşimiz,
evinden, yurdundan, göç etmek zorunda bırakılmıştı.
Hiç unutmuyorum;
Azerbaycan’ın büyük şairi, Bahtiyar Vahapzade Bey,
onlar için, “Didergin” demişti.
Yani;
yerinden, yurdundan sürülmüş,
göç etmek zorunda bırakılmış kardeşlerimiz…
Vahapzade, şiirinde, onların çilesini, şöyle anlatıyordu:
“Başına haranın külünü töksün,
Sinesi azabdan dağ-dağ didergin.
Teze veteninde garip, çekingen,
Köhne veteninden kaçak didergin.”
İşte yıllarca süren bu büyük mücadele, çekilen bu büyük çile;
2’nci Karabağ Savaşı’nda, Can Azerbaycan’ımızın zaferiyle son buldu.
10 Kasım 2020’deki, ateşkes anlaşmasıyla beraber,
Karabağ, yeniden özgürlüğüne kavuştu.
Ancak buna rağmen,
geride bıraktığımız, yaklaşık 2 yıllık dönemde,
hiçbir anlaşma hükmüne uyulmadı.
Azerbaycan’ın toprak bütünlüğü,
yok sayılmak istendi.
Bu nedenle, 19 Eylül tarihinde,
Azerbaycan ordusu, Hankendi ve civarına yönelik,
bir antiterör operasyonu gerçekleştirerek,
Anayasal haklarını, güvence altına aldı.
Böylece artık, “Dağlık Karabağ” kavramı, tarihe karışmış oldu.
Değerli milletvekilleri;
Şimdi önümüzde, bölgenin, barış ve istikrarı için,
çok önemli bir fırsat var.
Bu fırsat, iyi değerlendirilebilirse;
Azerbaycan ile Türkiye arasında,
doğrudan ve kesintisiz ulaşım sağlanacak;
ve böylece, Türk Dünyası’nın entegrasyonu için,
tarihi bir adım atılmış olacak.
Ayrıca, Zengezur Koridoru’nun açılıp,
Orta Koridor’a bağlanması;
Ermenistan da dahil olmak üzere,
tüm bölge ülkelerinin ekonomisine,
büyük katkılar sağlayacak.
Kaos ve çatışma yerine, bölgede, huzur ve istikrar hâkim olacak.
Hatta eğer bu başarılabilirse;
Türkiye ile Ermenistan arasındaki, normalleşme sürecinin de,
normal ve meşru bir işleyişle, sağlıklı bir neticeye ulaşacağını,
rahatlıkla söyleyebiliriz.
Ancak, bu fırsatların,
beraberinde, tehditler getirdiğini de, unutmamalıyız.
Gerek, Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünü sağlaması,
gerekse de, bölgede ortaya çıkan, bu potansiyel karşısında,
yeni bir terör odağının doğuşuna, izin veremeyiz.
Çünkü son günlerde;
küçük yaşta çocuklara, silah eğitimi vererek,
teröre özendirerek,
Karabağ’da kalıcı istikrarı engellemeye yönelik,
bir terör yapılanmasının, temellerinin atıldığını görebiliyoruz.
Karabağ’da, Azerbaycan’a karşı varlık gösteremeyen Ermenistan,
Asala’yı temel alan, Voma adındaki örgüt ile,
asimetrik bir savaşa hazırlanıyor.
Mertçe mücadeleden kaçanlar,
kalleşçe öldürmenin yollarını arıyor.
Ermenistan hükümetlerinin, uzun yıllardır,
pkk’ya, lojistik ve insan kaynağı desteği sağladığını, zaten biliyoruz.
Türk ve Türkiye düşmanlığı temelinde başlayan, bu birlikteliğin;
Voma – pkk ortaklığıyla devam etmesi de,
pek tabii muhtemeldir.
Bu sebeple;
Sınırlarımızdaki gevşekliği, derhal gidermeli,
ve hudutlarımızı, terörist geçişine karşı,
daha sıkı biçimde korumalıyız.
Bu terör oluşumunun, diplomatik yollarla bertarafı için de;
tüm bilgi ve belgeleri, uluslararası kamuoyuna taşımalı,
teröre yatırım yapmanın, kaçınılmaz sonuçlarını, Ermenistan’a anlatmalı,
böylece, yine tarihi bir hata yapmasının, önüne geçmeliyiz.
Başta Ermenistan hükümeti olmak üzere,
herkes bir gerçeği, çok iyi bilmelidir:
Karabağ Türk’tür!
Karabağ Türk’ündür!
Karabağ Azerbaycan’ındır!
Terörün hiçbir çeşidi de, bu gerçeği değiştiremeyecektir!
Bu vesileyle;
bir an önce bölgede, barış ve huzurun sağlanmasını diliyor,
can Azerbaycanlı kardeşlerimize,
sevgi ve muhabbetlerimizi sunuyorum.
Değerli dava arkadaşlarım;
Maalesef coğrafyamızda,
türemiş ve türetilmiş terör örgütlerinin,
ortak noktası, Türk’e düşman olmalarıdır.
Bugün bizim için, PKK, YPG, DAEŞ ne ise,
Karabağ’ı hedef alacak, yeni bir terör örgütü de,
onların kanlı bir izdüşümü olacaktır.
Ancak herkes bilmelidir ki;
Azerbaycan’a yönelik, bu ve benzeri girişimler karşısında,
Türk Milleti, tek yumruk olacak,
ve çelikten yumruğunu, terörün tepesine indirecektir.
Asala ile denediler, başaramadılar.
pkk/ypg ile denediler, başaramadılar.
Hizbullah ile denediler, başaramadılar.
Daeş ile denediler, başaramadılar.
Fetö ile denediler, başaramadılar.
Ne hikmetse, bütün terör örgütlerinin hedefinde, Türk milleti var.
Kimisi millet kavramına, yüce dinimizi alet ederek savaş açar.
Kimisi de millet kavramına, etnik aidiyetleri alet ederek savaş açar.
Ama hepsinin ortak noktası,
Türk milletine, Türk devletine ve Atatürk’e olan alerjileridir.
Dolayısıyla;
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin,
milli birliğine ve toprak bütünlüğüne, tehdit oluşturan,
her türlü terör örgütü ile mücadelesi,
haklıdır ve meşrudur.
İsmi, coğrafyası, ambalajı, ne kadar değişirse değişsin,
pkk’nın şubeleri olan ypg/pyd de, terör örgütüdür.
Biz de, Suriye ve Irak’ta, bu terör odaklarına karşı yürütülen,
tüm askeri operasyonlarımızı destekliyoruz.
Nitekim;
Dün, grup başkanvekilimizin de açıkladığı üzere,
önümüzdeki süreçte, gazi meclisimizde görüşülecek olan,
Irak ve Suriye tezkereleri kapsamında da,
verdiğimiz bu desteği sürdüreceğiz.
Çünkü, İYİ Parti olarak, bizim için;
Terör ve terörle mücadele,
siyasetin konusu değil;
bir millî meseledir.
Bizim anlayışımıza göre,
Terör, siyasete malzeme edilmemeli,
siyaseti kirletmesine, asla izin verilmemelidir.
Dün olduğu gibi, bugün de,
aziz vatanımızın üzerindeki, kirli amaçlarını,
terör üzerinden uygulamaya çalışanlar;
bizi, terörle kuşatabileceğini zannedenler;
şunu iyi bilsin ki;
Bizim, devlet ve millet olarak, her türlü teröre karşı,
gösterdiğimiz sarsılmaz iradenin karşısında,
hiç kimse duramaz!
Bugüne kadar, nasıl yılmadıysak,
bundan sonra da yılmayacağız!
Türk milleti olarak,
teröre asla teslim olmayacağız!
Bu vesileyle;
Geçtiğimiz Pazar günü,
Suriye'nin kuzeyinde başlattığımız, sınır ötesi operasyonda görev alan,
tüm güvenlik güçlerimize, başarılar diliyorum.
Allah yar ve yardımcıları olsun.
Allah onların ayağına taş değdirmesin.
Değerli dava arkadaşlarım;
Şüphesiz ki;
bu operasyonlar yapılırken aynı zamanda,
kurumlar ve ülkeler arası koordinasyonun da,
en mükemmel şekilde işletilmesi gerekir.
Ancak bildiğiniz üzere;
Geçtiğimiz hafta, sınır ötesinde,
terör yuvalarına karşı yaptığımız operasyonlarda,
bir insansız hava aracımız, ABD tarafından düşürüldü.
Yapılan açıklamada,
SİHA’mızın, ABD üssüne, fazla yaklaşması sebebiyle,
düşürüldüğü belirtildi.
Saray medyası ise, günlerdir;
SİHA’mızın, nerede düşürüldüğünü;
ABD üssüne, ne kadar yaklaştığını;
ve ABD’nin bizden, ne kadar korktuğunu tartışıyor.
Oysa, asıl sorgulamamız gereken;
SİHA’mızın, ABD üssüne, ne kadar yaklaşıp yaklaşmadığı değil,
terör örgütünün dibinde, ABD üslerinin, ne aradığıdır!
Asıl sorgulanması gereken,
SİHA’mızı düşüren ABD uçağının, nereden havalandığıdır!
Pentagon tarafından yapılan, açıklamaya göre;
ABD, düşürdüğü SİHA’nın, Türkiye’ye ait olduğunu biliyor.
Yani, Türkiye’ye ait olduğunu, bile bile düşürüyor.
Hâlbuki bu uçuş,
Türkiye’nin, uluslararası haklarından kaynaklanan, meşru bir uçuştur.
Orada, uluslararası hukuka aykırı şekilde bulunan ise;
Türkiye değil, Amerika’dır.
İşin, daha da ironik olan tarafı ne, biliyor musunuz?
İddialara göre, bu uçak,
Türk SİHA’sını düşürmek üzere,
İncirlik Üssü’nden, yani Türkiye’den havalanıyor…
Üstelik, resmi kurumlardan, bir Allah’ın kulu çıkıp da,
“yok öyle bir şey.” demiyor…
Ama bu vahim iddia, doğru olsun ya da olmasın;
buradan, açıkça ilan etmek istiyorum:
Eğer, Amerikan Devleti,
Türkiye’nin, bu coğrafyadaki varlığından, rahatsızsa;
derhal Türk topraklarında bulunan,
İncirlik Üssü’nü de boşaltmalıdır.
Aynı zamanda, düşürdüğü SİHA için,
Türkiye’ye gereken tazminatı, misliyle ödemelidir.
Ancak ibretle görüyoruz ki;
maalesef, bu rezil hadise de;
tıpkı askerimizin başına, çuval geçirilmesinde olduğu gibi,
kapatılmaya çalışılıyor.
Çünkü, kürsülerden esip gürleyenler,
söz konusu, ABD oldu mu, nedense,
süt dökmüş kediye dönüyor.
Ancak biz, biliyoruz ki;
ABD, bu küstah cesareti, kırmızı halılar ile uğurlanan,
Rahip Brunson’dan alıyor!
ABD bu cesareti, iktidarın basiretsizliğinden alıyor!
Hani ABD’ye gidip;
“biz sığınmacılara, çok güzel bakıyoruz” diye, şirinlik yapanlar var ya…
İşte ABD, bu cesareti, onlardan alıyor!
Hem, terör örgütü pkk’ya, silah yardımı yapacaksın;
hem de, çocuk kandırır gibi,
Yardımları, ypg’ye yaptığını;
ypg’nin de, pkk olmadığını söyleyeceksin…
İşine geldiğinde, müttefik edebiyatı yapacaksın;
sonra da, benim sınırımda, benim SİHA’mı düşüreceksin…
Üzerine de, pişkin pişkin konuşup,
kendini, haklı çıkarmaya çalışacaksın…
Hadi oradan be, hadi oradan!
Her ne kadar bugün, iktidar,
bu şımarıklığa, bu hadsizliğe, gereken cevabı, verememiş olsa da;
Biz İYİ Parti olarak, şunu çok iyi biliyoruz ki;
Tarihin, hiçbir zaman tozlanmayan sayfalarında,
lazım geldiği her vakit, şu sözü edebilen bir Türk devleti,
daima var ve payidar olacaktır:
“Yeni şartlarla, yeni bir dünya kurulur.
Türkiye de, bu dünyada yerini bulur!”
Sağ olun, var olun, Allah’a emanet olun.