Miraç; zaman ve mekan hudutları dışında cereyan etmiş ulvi bir tecellidir. Beşer idrakinin üstüne çıkan, sırlar ve hikmetlerle dolu bir gecedir. Miraç, “yükselmek, yukarı çıkmak, yücelmek” anlamına gelen uruc kökünden gelir. İsrâ; manevi yürüyüş deme
Aslolan, Mirac’ın tarihsel olarak zaman, mekan ve mahiyetinin sırrına ermek değil, Mirac’ın bu ümmete verdiği engin mesajı her bir mü’minin ruhunda hissetmesi ve kendi miracının zeminini hazırlayarak onu gerçekleştirmesidir. Miraç; ebedî olan, ölümsüz olan, ruhî tarafa ait olandır. Peygamber gayretine sunulmuş ilahi-manevi bir hediye. Miracının istikametini, ruhunun hür ufuklarından yana yapan insan, daraldığı, imkanlarının bittiğini sandığı, en dar ve zor zamanlarında, hiç kullanmadığı bu bitimsiz imkanlarının olduğunun farkına varması. Zamanın ve mekanın kıskacında kıpırdayamaz hale geldiğinde, Rabbinin kendisine bahşettiği, kuşatılamaz ve tutuklanamaz olan bu imanî-ruhanî boyutunu kullanması halinde “imkansız” dediği bir çok şeyin “mümkün” olduğunu, “olamaz” dediği birçok şeyin “olabilirliğini” keşfeder.
Her peygamber, hayatlarının en sıkıntılı, en zor zamanlarında “bittim” noktasında miraçla teselli edilmiştir.Adem (a.s)’ın miracı Allah’a karşı hatasından dolayı yaşadığı hüznün zirvesinde gerçekleşmedi mi? Af müjdesini işte böyle bir miracın sonunda almadı mı? Hz. Nuh’a karada gemi yapma emri,ona verilmiş miraç hediyesi değil miydi? Tufan, tuğyan ehli için bir felaket haberi, iman ehli için bir kurtuluş müjdesi olmadı mı? Hz. İbrahim (a.s.)’ın miracı, ateşin içinde gerçekleşmedi mi? Oğlu İsmail peygamber kurban edilirken, Yusuf peygamber kuyuya atılırken, Yunus peygamber denizden kurtulurken,Musa peygamber büyütüldüğü saraya peygamber olarak dönerken, İsa peygamber düşmanları kendisini astıklarını zannederken miraçlarını yaşamadılar mı? Peygamberimiz de davet sürecinin en zor yıllarında miraçla ödüllendirilmedi mi? Hatırlayalım: Mekke’de Peygamber Efendimizin hüzün senesiydi. En yakınları irtihal-i dar-ı beka eylemişlerdi. Sevgili eşi Hz. Hatice, en zor günlerinde sırtını dayadığı amcası Ebu Talip göçmüş, baskılar artmış, Mekke daralmıştı. Taif Mekke’ye iki günlük mesafede bir yerleşim merkezi. Oraya gitse, acaba bir nefes alma imkanı bulabilir miydi? Mukaddes emaneti taşıyacağı bir yürek çıkar mıydı karşısına? Taif’e gelmişti. Eşrafın kapısı çalınıyor, bir yürek aranıyordu. Yok! Üstelik alay var, aşağılama var, öfke var. Sonra ayak takımının saldırısı var. Yollara döşenen dikenler ve fırlatılan taşlar. Kan revan içinde kalan bir Peygamber. Ayakkabıları kanla dolmuş, gücü-tâkati kalmamış bir barakaya sığınıp duaya durmuş bir Peygamber. Zulmün, barbarlığın, acımasızlığın son noktası. Miracın da başladığı nokta belki. Biz Miracı nasıl anlamalıyız?
Kılavuzumuzu, arkadaşımızı, dostumuzu, rehberimizi iyi seçmemizi anlamalıyız. Kılavuzu karga olanın varacağı yerin çöplük olacağını, kılavuzu Cebrail olanın varacağı yerin ‘Rabbinin huzuru’ olacağını İlahi dille hatırlatır.
Miraç bize, bineğimizi iyi seçmemizi söyler. Ref ref gibi bir bineğimiz olursa, onun gideceği, bizi götüreceği yerin Rabbimizin, O’nun rızasının olacağını söyler. Bundan dolayı atına, bineğine iyi bakmamızı, haramlarla beslenen bineğin, sahibini ateşe/Cehenneme götüreceğini söyler. Bu söyleme azami dikkat etmemizi de…
Batı’nın çocukları ile İslam Medeniyetinin evlatları arasındaki fark, yürüyüş farkı! Onlar kendi sahte miraçlarının adını “ilerleme” koydular. Batı, yücelmenin yerine ilerlemeyi koydu. İlerleme yatay bir yol alış, yücelme ise dikey yol alışın adı. İlerleme fiyatın, yücelme ise değerin adı. Süfli olandan ulvî olana, edna olandan ağna olana, dünyadan ukbaya yürüyüş. Miraç da insana yücelmeyi telkin eder. Miraç’sız olmak ne büyük mahrumiyet. Şehvette, şöhrette, servette ilerleyen ilerlerken insanı ezip geçen, yakıp yıkan, bedenen ilerlerken ruhu alçaltan, hırsta, bencillikte, nefsinin arzu ve isteklerini yerine getirmede sınır tanımayan ilerleme. Batı’nın ilerlemesi, yükselmesi bu!
Mühim olan bir insanın Allah’a doğru yücelişi, yükselişidir. Bunun nasıllığı ve nerede cereyan ettiği değildir. Bu mucize tamamen ruhî-manevî alanda cereyan etmiş bir olaydır ve bu olay, asla coğrafi ve turistik bir seyahat değil. Âhirette (cennette) Muhammed ümmeti de Allah’ı görecek, Allah miracda Peygamberi ile bizim bilmediğimiz, madde ve maddi araçların arada olmadığı bir mahiyette konuştu, işte bunun gibi yine bizim bildiğimiz ve anladığımız “görme”ye benzemeyen ve mahiyeti ondan farklı olan bir görme ile dünyadan başka bir âlemde Rabbini de gördü. Allah ona bu kabiliyeti lütfettiği için bayılma filan da olmadı. O gece armağan edilen namaz ibadetinin önemini, İsra sûresini ve orada geçen dini, ahlaki hükümleri anmak, anlatmak, temsil etmek elbette yararlıdır ve yapılmalıdır. Ancak gerek bunları ve gerekse başka meşru şeyleri yapmak “miraç gecesine mahsus” bir sünnet, bir ibadet değildir; böyle anlaşılırsa dine ekleme (bid’at) yapılmış olur. Bu olay bir mucizedir, dünya şartları ve dünyada geçerli fizik kuralları ile anlaşılamaz ve anlatılamaz. Mucize bir iman meselesidir. Efendimizin Miraçla yaşadığı manevi yükselmeye benzer bir yükselmeyi, müminler de namazla yaşayabilirler.
Âlemlerin Rabbi, teslimiyet, sadakat, ahlak, doğruluk, dürüstlük timsali olan Peygamberimizi miraç ile taltif buyururken biz kullarına da mesajlar vermiştir. Buna göre, ömrünü bu yüce değerlerle tezyin edenler, kulluk basamaklarında her daim yükseleceklerdir. Onlar, cennetin ebedi nimetlerine mazhar olarak yüceleceklerdir. Miraç, bir yönüyle Rabbe vuslat, bir yönüyle de Rabbin nehy ettiklerini terk ediştir. Biz müminler için müjdedirMiraç. Rabbimiz, kendisine ortak koşmayanların büyük günahlarının bağışlanacağını bu mübarek gecede müjdelemiştir. Resûlullah Efendimizin, miraç ile mana âleminin basamaklarında bir bir yükseldiği gibi bizler de Rabbimiz katında namazlarımızla yükseliriz. “Allahu ekber” diyerek, tekbirimizle dünyanın bütün hengâmelerinden sıyrılıp yaratılış ve varoluşumuzun hikmet ve anlamını derinden kavrarız. Kıyamımızlaistikamet üzere, dosdoğru oluşu simgeleyerek Allah’ın huzurunda dururuz. Kıraatimizle, O’na en içten sena ve yakarışta bulunuruz. Rükûmuzla yalnız Rabbimizin önünde boyun eğdiğimizi gösteririz. Secdemizle O’na en yakın olmanın ve kulluğun zirvesine varmanın hazzını duyarız. Tahiyyatımızla Rabbimizi yüceltirken biz de yüceliriz. Selamımızla özgürlük ve felahı hatırlarız. Günde beş vakit namazımızda bütün canlılığıyla miracı doyasıya yaşarız.
Miraç değerleri ile insan, esfel-i sâfiline, aşağıların aşağısına savrulmaktan kurtulur; ahsen-i takvime, en güzel hâle ulaşır. Bu ulvi değerler, bizleri ebediyen huzur içinde kalınacak cennete götürür. Yeter ki bizleri yükseltecek bu değerlere sımsıkı sarılalım ve bunları hayatımıza yansıtmakta kararlı olalım.
Miraç Kandili vesilesiyle Rabbimize, kendimize ve çevremize karşı sorumluluklarımızı bir defa daha hatırlayalım. Unutmayalım ki, bugün biz müminlere düşen, miracı Peygamber Efendimizin bir hatıratı, bir tarih olarak okumak değildir. Bize düşen, Ebu Bekir Efendimiz misali, Allah’ın emir ve yasakları karşısında her daim sadakatle, teslimiyetle bir duruş sergilemektir. Kandil simitleriyle, tebrik mailleriyle, telefon kutlamalarıyla, “Kültür Müslümanlığı, merasim Müslümanlığı, şeklî Müslümanlık”larla kandiller, lâyıkı veçhile değerlendirilemez. Hele bu kandil Miraç ise, Kudüs’ü düşünmeden anlaşılır mı? Bir Miraç gecesine daha esaret altında bir Kudüs’le girmenin üzüntü ve ızdırabı hissedilmez mi? Filistin, Suriye, Mısır, Irak, Libya, diğer İslam ülkeleri, Afganistan, Çeçenistan, Türkistan ve diğer Türk dünyasında çekilen çileler, akıtılan kan ve gözyaşları Miraç vesilesiyle tekrar gündemimizde mi? Miraç bize ‘nefs muhasebesi’ yapıp, cevabî amellerle hayatımızın çehresinin değiştiği günlerdir. Bizim Miracımız, nefsimizin kötü heva ve heveslerinden sıyrılarak, ruhumuzun gıdası olan Allah’ı sevmeye, emirlerini yaşamaya, yasaklarından kaçınmaya, takvaca yaşamaya yükselişin adıdır. Bizim miracımız, dargınlıktan, düşmanlıktan, fitneden, fesattan, dedikodudan, gıybetten, hasetten, fesattan, kinden, nefretten kardeşliğe, birlik ve beraberliğe sevgiyle, saygıyla, merhamet ve şefkatle yükselişin adıdır. Bizim miracımız, her türlü hâyâsızlıktan, edepsizlikten, yalan ve iftiradan dürüstlüğe, doğruluğa ve güzel ahlaka yükselişin adıdır. Bizim miracımız, her hal ve şartta kulluk yaparak Rabbimizin rızasını kazanacak/kazandıracak Salih amellerle dolu dolu yaşayışımızın, miracımızı gerçekleştireceğimizin adıdır. Kıldığımız her namaz, dünya hayatındaki yolculuğumuzda ruhumuzu ahirete hazırlayan bir başka yolculuktur. Mümin her namazda biraz daha yücelmeli, biraz daha insanlaşmalı, imanın izzet ve şerefini biraz daha artırmalıdır. Miracın karşı kutbunda dünyevileşme yer alır. Bugün içinde yaşadığımız toplumu, tehdit eden derttir dünyevileşme. Azgın bir azınlık dışında kalan bütün insanlığı mutsuzluğa boğdu. Dünyanın geldiği nokta bunun göstergesidir.
Dünyevileşme değerle değil, fiyatla ilgilenir. Hakkı verilerek kılınan namaz, hayatın gereğinden fazla dünyevileşmesine karşı alınmış bir tedbirdir. Bu manasıyla muazzam bir lütuftur. Miraç, bizi kendimize, özümüze, fıtratımıza çağırmanın, ona dönmenin, onunla Rabbimizin huzuruna yükselmenin adıdır. Biz miracımıza sahip çıkalım. Salatı ikame ederek, namazı/duayı/desteği ayaklandırarak, Allah’a karşı kulluk duruşumuzu bozmayarak. Bu gece bol bol tövbe edelim, içimizden meşru ne geliyor ise, Allah’tan isteyelim. Kur’an-Kerim okuyalım, kaza borcumuz varsa namaz kılalım, yoksa da yine nafile namaz kılalım. Sadece bu geceye mahsus niyetle ve tertiple zikredilen uydurma rivayetlere itibar etmeyelim. Dinimizi belli gün ve gecelere hasretmeyelim. Her zaman yaşayalım.
Bu duygu ve düşüncelerle hepinizin Miraç Kandilini tebrik ediyorum. Bu mübarek gecede Yüce Rabbimize açılan ellerin ve yakaran dillerin, bütün İslâm âleminin birlik, dirlik ve beraberliğine, insanlığın hidayetine, dünyada adalet, huzur ve barışın teminine vesile olmasını Cenab-ı Hak’tan niyaz ediyorum.