Hemşireler, salgının ilk gününden itibaren kendilerini hiç düşünmeden, virüs savaşında cephenin en ön saflarında yer aldı. Yeri geldi hastalandılar, yeri geldi öldüler ama asla savaş meydanını terk etmediler...
Yaklaşık bir buçuk yıldır bütün dünyayı kasıp kavuran Covid-19 pandemisi, toplumun her kesimini derinden etkiledi. 65 yaş üstü yaşlılar, üretenler, tüketenler, öğrenciler, öğretmenler ama en çok da sağlık çalışanları etkilendi bu süreçten. Sağlık çalışanlarının için de bir grup var ki, salgının ilk gününden itibaren virüs savaşında cephenin en ön saflarında yer aldılar. Covid kıyafetlerinin içinde, kıyafet bulamazlarsa sadece bir maskeyle, terden sırılsıklam olana kadar neredeyse 24 saat çalıştılar. Yeri geldi hastalandılar, yeri geldi öldüler ama asla savaş meydanını terk etmediler... Virüs savaşının isimsiz kahramanları, hemşireler...
Yarın Dünya Hemşireler Günü... Onlar yine görevlerinin başında, covid servislerinde ya da çalıştıkları kurumların diğer bölümlerinde hastalara şifa ve şefkat dağıtmaya devam ediyorlar. Adları anılmadan sabırla ve sessizce... Biz de onların gününde, sözü onlara verdik ve pandemi sürecinde neler yaşadıklarını öğrendik.
SALGININ ÖNEMLİ YÜKÜ SAĞLIK ÇALIŞANLARINA YÜKLENDİ
Pandemi döneminde salgın yükünün büyük bölümünün sağlık çalışanlarının üzerinde olduğunu söyleyen Türk Hemşireler Derneği Genel Başkanı Prof. Dr. Sevilay Şenol Çelik, sağlık hizmet sunumunda hastayla bire bir temas gerektiren uygulamaların yüzde 80’inin hemşireler tarafından yürütüldüğünü hatırlatarak bu yükün önemli bir bölümünün hemşireler tarafından üstlenildiğini söylüyor. “Yaklaşık bir buçuk yıldır bütün hayatları neredeyse hastaneler oldu” diyen Prof. Dr. Çelik, “Ancak hepimizin bir hayatı, iş dışında da sorumlulukları var. Hemşireler aynı zamanda bir eş, bir anne ya da baba. Hem yorgunluk hem de uzun çalışma şartları sebebiyle aileleri, çocukları ile ilgilenmek ve bu sorumlulukları yerine getirmekte çok zorlandılar. Bir taraftan yüksek stres düzeyi, diğer taraftan virüs bulaştırma korkusu, yorgunluk, tükenmişlik, özlük sorunları, ücret problemleri pandeminin başından beri yaşadığımız ve zaten dile getirdiğimiz problemler. Ama aslında bu süreçte bizleri pandemi değil, duyulmamak, görülmemek yordu” diyor.
PANDEMİ DÖNEMİNDE DE ŞİDDET SÜRÜYOR
Hastaları canı pahasına hayatta tutmaya çalışan hemşirelerin, pandemi döneminde de şiddete uğradığını hatırlatan Prof. Dr. Çelik, “Derneğimize ulaşan bilgilere göre her beş hemşireden biri, görevi başında hasta ya da hasta yakını tarafından sözel şiddete uğruyor. Bazen bu duruma maalesef fiziksel şiddet de eşlik ediyor” şeklindeki sözleriyle durumu gözler önüne seriyor.
OĞLUM UYKUSUNDA “ANNE ÖLME” DİYE SAYIKLIYOR
Pandeminin ilk günlerinden itibaren sağlık çalışanları aileleriyle ilgili kaygılar yaşadı. Virüsü eve çocuklarına eşlerine taşımamak için bir kısmı lojmanlarda kaldı; bir kısmı çocuklarını memleketlerine ailelerinin yanına göndererek aylarca süren özlemleri göze aldı. 3 ay-5 ay çocuklarını görmeden, sarılmadan sabrettiler. Kaybetme korkusunu sadece anneler, babalar değil, çocukları da yaşadı.
Mersinli hemşire Berivan Güneş, sekiz yaşındaki oğlunun kaygısını “Oğlum uykusunda anne ölme” diye sayıklıyor sözleriyle anlatıyor. Pandeminin ilk dönemlerinde aynı evde yaşadığı çocuğundan kaçmaya çalıştığını anlatan Berivan hemşire, “Oğlum bana sürekli olarak ‘Anne ölmeyeceksin değil mi? Sakın öleyim deme, ben seni çok özlerim. Eğer gidersen yanıma geri gelmeyi dile’ diye ağlıyordu. Bu sözler yüreğimi parçalarken, hiç düşünmeden Covid-19 hastasının yanına girip onun bakımını yapıyordum” diyor.
GECE ALKIŞLAYANLAR, GÜNDÜZ BİZİMLE AYNI ASANSÖRE BİNMEDİ
Virüsün ilk çıktığı dönemde yıllardır enfeksiyon hastalıklarıyla uğraşan biri olarak endişesinin çok da yüksek olmadığını söyleyen İzmirli hemşire Elvan Güney, “Evet korkutucu bir bilinmeyenle karşı karşıyaydık ama yıllardır farklı virüslerle karşılaşıyor ve onlardan nasıl korunacağımızı biliyorduk. Başlangıçta kişisel koruyucu ekipmanlara ulaşmada problem yaşayınca endişemiz biraz arttı ama sonra bu da çözüldü. Ancak bizi asıl üzen konu toplumun bizi enfeksiyonu bulaştırma adayı olarak görmesi ile oluşturulan psikolojik baskıydı. Gece balkondan bizi alkışlayan komşum ertesi gün benimle aynı asansörde yukarı çıkmak istemiyordu. Sonuçta biz hem hastamızı korumayı hem de kendimizi ve çevremizi korumayı meslek hayatımızın başından beri öğreniyoruz. O dönemde bu yüzden kendimi çok çaresiz hissettiğim anlar oldu” diye anlatıyor.
Pandemi sürecinde hasta kayıplarının kendisini çok etkilediğini söyleyen İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi Dâhiliye Kliniği Sorumlu Servis Hemşiresi Gülten Küçükal, “Covid-19’u çok yoğun yaşadık hastalarımızdan çok kayıplar verdik. O süreç çok yıpratıcıydı genç hastalarımızı da kaybetmek çok kötüydü. Ve devam ediyor. Bunu bire bir yaşamak kolay bir süreç değil. Çünkü siz rakamları görüyorsunuz biz hastaların ızdırabını ve yakınlarının yaşadıkları acıları” sözleriyle duygularını anlatıyor. Virüse aldırmadan hiç işi olmadığı hâlde bir araya gelen kalabalıklara karışanların cesaretini anlamanın mümkün olmadığını ifade eden Gülten hemşire, “Ben bir buçuk yıldır ne bir arkadaşımın evine gittim ne de evime kabul ettim. Çünkü ben hastalıktan korkuyorum. Bizi aşıladılar ama evdeki eşlerimiz aşılanmadı. Biz sağlıkçılar bu kadar dikkat ettik ama hep başkalarının tedbirsizliğinin bedelini ödedik. Hastalığı geçirdim ve aşılıyım, ona rağmen korkuyorum ve tedbirlere uyuyorum. Virüs bitmedi hatta varyantları daha da kötü. Tedbirlere uyalım” çağrısını yapıyor.
BİZ BİR SAVAŞTAYIZ, CEPHEYİ TERK EDEMEYİZ
Virüsü tanıdıkça sağlık personelinin duyduğu endişe ve korkunun ortadan kalktığını söylen Türkiye Hastanesi Başhemşiresi Aysel Sağlam, ilk vakalardan birinin Türkiye Hastanesine geldiğini hatırlatarak, “Bir bilinmeyenle karşı karşıyaydık. İlk anda bütün sağlık personeli gibi hemşire arkadaşlarımız da korkuya kapıldı, çekindiler. Çekinceleri sadece birkaç saat sürdü. Arkadaşlarımızın hepsi canını dişine takarak çalışıyor. Birçoğu bizzat bana gelerek ‘Aysel Hanım biz bir savaştayız, ben cepheyi terk edemem. Sahada olayım, çocuğu-yaşlısı olan arkadaşlar evde olsunlar’ demesini asla unutamam...” diyor.
TÜKENMİŞLİK SENDROMUNA GİRDİK
Pandemi döneminde en büyük endişelerden birinin eve virüs taşımak olduğunu anlatan İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi Endoskopi Bölümü hemşirelerinden Şebnem Cihan, “Hemşireyim ama aynı zamanda anneyim. On bir yaşında bir oğlum var. Bir süre çoğumu memlekete götürdüm ama sonra getirmek zorunda kaldım. Bu süreçte okul olmadığı için çok fazla sıkıntı çektik. Bir taraftan işinin başında olmaya çalışıyorsun bir taraftan beyninin yarısı evde çocukla beraber. Resmen bir bocalama devresine girdik. Bedenen de yorulduk ama psikolojik yorgunluk çok daha ağır. Robot gibi olduk. İnsanların çoğu da anlayışlı değil zaten. Toplumun bir kısmı bizi çok yukarı çıkarıyor bir kısmı yerin dibine sokuyor. Onlar anlayışlı olmadığı için bir yerden sonra sen de benziyorsun. Bir tükenmişlik sendromuna giriyorsun” diyor.
ÇOCUKLARIMA HASRET ÇEKİYORUM
Covid-19’la savaşta en büyük sınavını çocuklarıyla veren hemşirelerden biri de İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesinin hemşirelerinden Şirin Aliplik... Okullar kapandıktan sonra, hemşire olduğu için bakıcıların çalışmak üzere eve gelmek istemediğini ve bu yüzden yedi yaşındaki kızı Elif Duru ve 12 yaşındaki oğlu Alper’i ailesinin yanına memlekete göndermek mecburiyetinde kaldığını anlatan Şirin hemşire, “Artık bu hasrete dayanamıyorum. Ne olursa olsun yanıma getireceğim ve bu özlemi bitireceğim” diye anlatıyor.