Uzunca bir süredir gergin, 2016’dan bu yana da kopuk olan İran-Suudi Arabistan ilişkilerinin geçtiğimiz hafta Pekin’de iki taraf arasında yapılan müzakerelerin neticesinde varılan mutabakatla normalleşme yoluna girdiğini hatırlatan Karar gazetesi yaz
Uzunca bir süredir gergin, 2016’dan bu yana da kopuk olan İran-Suudi Arabistan ilişkilerinin geçtiğimiz hafta Pekin’de iki taraf arasında yapılan müzakerelerin neticesinde varılan mutabakatla normalleşme yoluna girdiğini hatırlatan Karar gazetesi yazarı Mensur Akgün, "Bir Şeyh Nimr al-Nimr olayı daha yaşanırsa İran sözünde durabilir mi bilinmez ama en azından Suudi Şiilerin kurulu düzenle daha iyi geçinmelerini telkin edebilir, kendine yakın unsurları siyasi bir enstrüman olarak görmekten vazgeçebilir. Suudiler de radikal kararlar vermekten, İstanbul’da da olduğu gibi muhaliflerini öldürerek susturmaktan imtina edebilir" dedi.
Akgün, şunları kaydetti:
"Uzunca bir süredir gergin, 2016’dan bu yana da kopuk olan İran-Suudi Arabistan ilişkileri geçtiğimiz hafta Pekin’de iki taraf arasında yapılan müzakerelerin neticesinde varılan mutabakatla normalleşme yoluna girdi. Yakında iki ülke dışişleri bakanlarının bir araya gelmesi, iki ay içinde de diplomatik ilişkilerin yeniden tesis edilmesi bekleniyor.
Gazetelere yansıdığı kadarıyla taraflar sadece diplomatik ilişkilerin tesisini değil aynı zamanda birbirlerinin iç içlerine karışmama ilkesini de benimsemiş. Anlaşıldığı kadarıyla İran bu konuda geri adım atmış, 2016’da olduğu gibi Riyad yine önemli bir Şii dini lideri ibret olsun diye idam ederse işlerine karışmayacağını taahhüt etmiş.
Bir Şeyh Nimr al-Nimr olayı daha yaşanırsa İran sözünde durabilir mi bilinmez ama en azından Suudi Şiilerin kurulu düzenle daha iyi geçinmelerini telkin edebilir, kendine yakın unsurları siyasi bir enstrüman olarak görmekten vazgeçebilir. Suudiler de radikal kararlar vermekten, İstanbul’da da olduğu gibi muhaliflerini öldürerek susturmaktan imtina edebilir.
Ancak İran, derin devletinin bölgesel ihtiraslarına rağmen üstüne düşen tüm sorumlulukları yerine getirse, Suudiler daha insani düşünmeye ve vizyoner davranmaya başlasa dahi bu sürecin başarıyla ulaşmama olasılığı yüksek. Çünkü iki ülkenin yakınlaşmasından ne Amerika ne de İsrail memnun.
Amerika belli ki hem Suudi Arabistan’ın stratejik yörüngesinden çıkmasından mutsuz, hem de Çin’in böylesine önemli bir diplomatik başarıya arabuluculuk ve ev sahipliği yapmasından. Biden Yönetimin ilk yaptığı açıklama memnun olduk, umarız arkası gelir mealinde olsa dahi rahatsız olduğunu tahmin etmek zor değil.
Tam da İbrahim Anlaşmaları çerçevesine sokmaya, etkileri altında tutmaya çalışırlarken Suudi Arabistan’ın İran’a ve üstelik de Çin’e yakınlaşmasını hazmedeceklerini, gelişmelere seyirci kalacaklarını düşünmek gerçekçi olmaz. En güçlü hasımları Çin’in bölgeye inmesini ve yerleşmesini, başka sorunlarda da arabuluculuk yapmasını hiç mi hiç istemezler.
Vox’taki konuya ilişkin haber analizde ve diğer mecralarda çıkan yorumlarda Amerikalı emekli diplomatların, düşünce kuruluşu çalışanlarının iki ülke yakınlaşmasını Biden Yönetiminin yenilgisi olarak okumaları, bölgeden çıkarsanız, Afganistan’ı öyle terk ederseniz, İran Suudilere saldırdığında sessiz kalırsanız sonucuna katlanırsın tarzı açıklamaları da ayrıca düşündürücü.
Amerika’nın yerleşik düzeni bölgeye barış ve huzur getirebilecek, Yemen sorununun çözümünü kolaylaştıracak, petrol akışının kesintisiz olmasını sağlayacak, enerji piyasalarını bir nebze olsun istikrara kavuşturacak bu gelişmeyi olumlu görmüyor. Hepsi değilse de çoğu bu “zamansız” ve “yersiz” barışmayı kendilerine, çıkar ve beklentilerine yönelik bir tehdit olarak algılıyor.
Kaşıkçı cinayetinin yeniden gündeme gelmesi, Suudilere yapılacak bazı silah satışlarının askıya alınması, nükleer santral planlarının rafa kaldırılması sürpriz olmaz. Muhtemelen bunların ötesine geçecek “tedbirler” de düşünülmüştür. Suudi “aymazlığının” yaratacağı emsal Amerikalıları rahatsız etmiştir.
İsrail’in, özellikle şu anki Netanyahu iktidarının, bu yakınlaşmayı bölgesel planlarına güçlü bir darbe olarak görmemesi de imkansız. Arap dünyasıyla yakınlaşabilmesinin, Filistin sorununun rafa kaldırılmasının itici gücünü oluşturan İran korkusunun azalması isteyecekleri bir şey olmasa gerek.
Bölgenin iki büyük ülkesinin sorunlarını çözmesi İsrail’in Körfez’deki etkisini erozyona uğratacak, İran’a önleyici müdahalede bulunma niyetini gözden geçirmek zorunda bırakacaktır. İran ve Suudi Arabistan’ın dostluk bağlarının güçlendirdiği bir ortamda savaşın bölgeselleşmesinin, dolayısıyla da cephenin genişlemesinin mümkün olmayabileceğini İsrail sanırım hesaba katacaktır.
***
Umarım İran ve Suudi Arabistan kendilerini bekleyen tehlikelerin, risklerin farkındadır. Yakınlaşmalarını süreci çok uzatmadan kararlılıkla sürdürürler. Yemen’den ya da başka bir yerden gelebilecek meydan okumalara karşı hazırlıklı olurlar. Bölge istikrara kavuşur, enerji akışı kesintisiz sürer, fiyatları makul seviyelere iner. İnsanlar da küresel ve bölgesel jeopolitik ihtirasların kurbanı olmaktan biraz olsun kurtulur.
Aslında farklı açıdan bakılabilse iki ülkenin yakınlaşması Amerika ve özel müttefikleri tarafından bir fırsat penceresi olarak da görülebilir. İran’ın 2015 mutabakatına geri dönmesinin, nükleer silah edinmekten vazgeçmesinin, halkına ve onun meşru taleplerine saygı göstermesinin miladı olması sağlanabilir. İsrail güvenliğini, Amerika da hegemonik üstünlüğünü çok daha kolay koruyabilir…"